İdeolojilerini, ‘vahyi inkâr' üzerine kuranlar, İslâm konusunda elbette saçmalayacaklardır

İllâ da resmî veya gayri resmî vazifeli olmak gerekmez; herhangi bir Müslüman'ın, doğru olduğuna inandığı İslâm hükümlerini, diğer Müslümanlara hatırlatmasından daha tabiî ne olabilir?

100 yıllık bir partinin küstah ve İslâm'ın azgın düşmanı olan bir yetkili sözcüsü, -ismi lâzım değil, çünkü hepsi de aynı inançsızlık ikliminde besleniyorlar- Diyanet İşl. Başkanı'nın, kendisini şeyhülislam zannettiğini ifadeyle, bir hutbe metninde, -meâlen,- 'kadınların el, yüz ve ayakları hariç, örtünmelerini emrettiği'ne dair Nûr Sûresi'nin 31. âyetini hatırlatmasını 'saçma-sapan' diye niteledi, geçen hafta.. Bu sözler üzerine, bir haftaya yakın zamandır, o partinin liderinden ve liderliğinden bir açıklama veya özür beklendi, boş yere..

'Boş yere..' diyoruz, çünkü özür dileyemezler..

Dilerlerse de, sırf zevâhiri, görüntüyü kurtarmak için yapmış olurlar..

Bu, onların kalblerini okumaya çalışmak değildir.. Çünkü, söz konusu siyasî hareketin mensuplarının bütün hayatlarını, düşüncelerini, ideolojilerini, siyasî çalışmalarının temelini oluşturan liderleri, 100 yıldır, 'Kur'an-ı Kerim' için, 'Gökten indiğine inanılan..' dememişler midir?

'Laiklikleri'nin temelini bu sözlere dayandıran bir siyasî hareketin mensuplarının, o sözleri alenen reddetmedikçe ve 'Biz öyle bir anlayışı reddediyoruz, kim söylerse söylesin, bizi bağlamaz; biz Müslümanız ve Müslüman olarak, Kur'an ve bütün ilâhî kitapların, Vahy-i ilâhî yolu ie nâzil olduğuna inanırız' diye açık bir reddiye ortaya koymadıkça, bir takım te'villere yönelseler bile, onlara asla itibar edilemez.

Evet, tekrarlayalım ki, 'vahy-i ilâhî', ilk peygamberden itibaren bütün ilâhî Peygamberlerin getirdikleri dinin -sonraki isimlendirilmeleri her ne olursa olsun- ilk nâzil olduğu, ilk vahyolunduğu zamandaki ortak ismi olan İslâm'ın temelini teşkil eden 'ilâhî nüzul' yöntemidir; ve 'vahy-i ilâhî'yi kaynaklı bütün ilâhî kitapları, 'Gökten olduğuna inanılan...' diye niteleyenler, kim olursa olsunlar, ne olmadıkları ve ne oldukları açıktır.

'Laik resmî ideoloji dayatması'nın bayraktarlığını yapan mâlum bir gazete, Kur'an hükümlerinin Müslümanlara hatırlatılmasını 'inanç dayatması' olarak nitelemiş..

Biz Müslümanlar kimseye inancımızı dayatmıyoruz ve bu bizim şahsî tercihimiz ve meziyetimiz de olmayıp, Müslümanların temel hayat kitabı olan Kur'an-ı Mûbîn'in, 14 asır önce, (Bakara Sûresi, 256. âyet'ten, 'Dinde zorlama, zorla kabul ettirme yoktur..) meâlindeki 'lâ ikrahe fi'd-dîn..' hükmünün gereğidir. Evet, başkalarına zorla bir inanç dayatması, asla..

Ama, bu, aynı zamanda, 'başkalarının dayatmalarını da kabul etmiyoruz' demektir. Nitekim, dârağaçlarıyla, zindanlarla, sürgünlerle, öldürmelerle, zincire vurmalarla, aşağılamalarla bir toplumu, emperyal güçlerin istediği şekilde, yeniden tanzim etmek için en akıl almaz diktatörlükleri sergileyenlere de 'baş eğmedik, eğmiyoruz..'

*

İkinci bir konuya, 'Mavi Vatan, masaldır..' diyenlere de kısaca değinelim..

Yukarıda değindiğimiz siyasî hareketin, dış siyaset danışmanlarından, eski bir diplomat ve Türkiye'yi on yıllarca önemli ülkelerde büyükelçi olarak temsil etmiş bir kişi, hangi ülkelerin haklarını savundu idiyse; şimdi de, 'Mavi vatan' lafı bir masaldır..' demiş.. Halbuki, bu anlayış geliştirilmeden önce, Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail ve Mısır rejimleri Doğu Akdeniz'le ilgili olarak, aralarında öyle anlaşmalar imzalamışlardı ki, Türkiye Ege ve Akdeniz sahilleri içine hapsedilmiş durumda bırakılmıştı.

Yazık ki, uluslararası hukukta ülkelerin 'kara suları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgeleri' açısından Türkiye'nin elini açabilecek bir imkân Lozan'dan beri görülmemişti.. Son yıllarda ise, Marmaris köşesinden Libya'nın Bingazi kıyılarına kadar yüzlerce km. karelik bir alanın, 200 metre derinliğe varmadığı için, Libya ve Türkiye'yi sınırdaş duruma getirdiği anlaşılmıştı.. Böylece, Türkiye'yi kuşatan anlayışın kırılmış, Türkiye'yi kuşattıklarını sananlar, bu şeritin doğusunda kalanlarla batısında kalanlar arasındaki bağ kesilmişti. Çünkü, uluslararası deniz hukuku açısından da reddedilemeyen tutarlı bir hukukî nazariye ile bir gerçek ortaya çıkmış ve son yıllarda 'mavi vatan' terimi de sözlüğümüze girmişti..

Şimdi, mâlum siyasî partinin bu eski diplomatı, 'mavi vatan' anlayışını reddetmeye çalışmakla başta Yunanistan olmak üzere, Türkiye'yi sahilleri içinde hapsettiklerini düşünenleri yeniden yüreklendirmeye çalışıyor.. Kendisine, -itiraf etmese de- bir dayanak bulduğunu düşünüyor olmalı.. Çünkü, o hareketin 100 yıl önce resmî ideolojik temellerini kuranlardan bazı öncüler, 'Anadolu'ya yakın 1-2 ada hariç, bütün Adalar Denizinden çekilmeliyiz..' diyorlardı. O kişi, bunu çok merak ediyorsa, Fâlih Rıfkı'nın 'Çankaya'sını okusun..

*

NOT: TRT'yi Tebrik: Paris'te yapılan 2024-Yaz Olimpiyadları'nın açılış törenlerinin bir spor gösterisinden çıkarılıp, cinsî sapıkların dünya çapındaki LGBT denilen -ve Lût kavminin sapkınlığa düşmesinden sonra sergiledikleri - dünya çapında bilinen 'Sodom ve Gomore ahlâksızlıkları'nın, hattâ Hz. İsâ aleyhiselâm'ın 'Son Akşam Yemeği' adına 2 bin yıldır tertip olunan âyinleri alay konusu yapan, kadın kılığındaki sakallı sapkınların ve diğer en ahlâksız gösterilerin sergilenmesi karşısında, TRT yönetiminin hemen inisiyatif kullanarak canlı yayını kesmek sûretiyle gösterdiği hassasiyet için tebrik ve teşekkürler..

Bu alçakça sapık sahne gösterilerinin, Hz. İsâ aleyhiselâm'a da yöneltilmesi sadece Hristiyanları değil, biz Müslümanları da ciddî sûrette yaralamıştır. Bunu, sapkınların anlamasını beklemek ise abestir.

*