İdlib'in hesabı kimden sorulacak?

Bugün işe gelirken bindiğim aracın şoförü sordu; "Halime hanım İdlib'de 3-4 milyon insan olduğu söyleniyor. Rusya vuruyor, şimdi onlar da bize sığınırsa ne olacak bu işin sonu?" 

Soruyu, "Olası bir büyük göç ihtimaline karşı Suriye sınırları içinde kamplar hazırlandığını, Türkiye'nin de göçü orada karşılamak istediğini" söyleyerek cevapladım. 

Tabii ki "Tepesinden bomba yağan insanların Türkiye'yi bir sığınak olarak görmelerinin bize bilmediğimiz güzelliklerin kapısını aralayabileceğini de düşünün" demekten kendimi alamadım. 15 Temmuz hain darbe girişimine bu milletin çıplak elle karşı koyabilmesindeki o büyük kudreti Allah'ın neden ve nasıl bahşettiğinden bahsetmeye zaman olmadı. 

Kimileri için bunlar gerçeğe hiç temas etmeyen şeyler ama kağıt üzerinde yapılmış kusursuz planların darmaduman olmasını ihtimaller hesabıyla açıklamaktan daha gerçek Allah'ın yardımı! 

Esed, şimdi de Halep ve Guta'daki katliamdan kaçıp İdlib'e sığınan halkı hedef alıyor ve bunu bir kaç bin HTŞ'liyi bahane ederek yapıyor. Yerleşim alanlarını, hastaneleri dahi vurmaktan çekinmiyor. Suriye'deki demografik yapıyı kendi lehine değiştirmek adına yapıyor bu katliamı. Terör ise kullanışlı bir bahane. 

Suriye savaşının Suriye halkından sonra en büyük mağduru, Ürdün gibi nüfusuna oranla kapasitesinin çok üstünde göç almış olan bir kaç ülke ama sayısal olarak da Türkiye. 

Toplum yedi senedir bu yükü taşımasını bildi. Suç oranlarını artıran bir etkisini de görmedik çok şükür göçün. Yanlış bir bilgi olarak mültecilerin ekonomik hayata olumsuz katkı yaptığı sanılıyor, oysa hizmet sektöründen sanayiye hem iş gücü olarak hem de tüketici olarak canlılık vesilesi oluyor mülteciler. 

İşgal ve sömürgeciliğin bir sonucu da yerleşik halkı yerinden yurdundan etmesidir. Öldürülen öldürülür ama daha fazlası yerini yurdunu terk etmek zorunda kalır. İşgal, sömürü ve katliamın bir faturasıdır mülteciler aynı zamanda. Fakat kimse o faturayı ödemek istemez. 

Sömürgeleştirilen ülkelerin nüfusunun yüzde 80'inin bugün artık ana yurtlarında olmadığı biliniyor. 

Paris'in banliyölerinde 'Parizyen'lerden çok Tunuslu, Faslı, Cezayirlilerin olmasının sebebi budur. Batı'nın nazarında göçmenler ifrazattır. Bünyelerinin ürettiği 'atıktır' göçmenler. Vücutlarından atmak istedikleri, kapı önüne bıraktıkları çöpleri gibi. 

***   

Türkiye'nin içine aldığı göçmenlere yaklaşımı ise başka türlü; içimizdeki yabancı düşmanlarına rağmen yedi senedir, 3.5 milyon Suriyeliyi -bir kaç çok can sıkıcı olay dışında- yönetilemez bir toplumsal soruna dönüştürmeden misafir etmeyi becerdik. Bir taraftan da Suriye'yi yeniden güvenli hale getirecek ve yerinden yurdundan olanların yeniden evlerine dönmelerini sağlayacak diplomatik çözüm kanallarını da işletmeye çalıştık. Dahası Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları neticesinde kimse evini barkını terk etmek zorunda kalmadı. Bilakis 250 bin Suriyeli buralara geri döndü. 

Rejim, DEAŞ, PKK, İran, Rusya ve ABD ise nereye girdilerse katliam yaptılar ve halkın evlerini terk etmesine sebep oldular. 

Doğrusu bugün de Türkiye dışında İdlib'deki sivil halkın canını, malını düşünen başkaca bir ülke yok. ABD'nin kimyasal silah kullanırsanız diyerek yaptığı tehdit, anlaşılan o ki "kimyasal silahsız katliama" meşruiyet sağlama işlevi görmekten başka bir işe yaramıyor. 

Başkan Erdoğan'ın W.S. Journal'a yazdığı makale bu açıdan önemli; tüm dünyayı ama önce Suriye'de yaşananların asıl sorumlusu olan ABD'yi uyarıyor; "İdlib köprüden önceki son çıkış." 

Suriye'de çözüm ümidine vurulan darbeyi anlatmıyor bu cümle sadece; insanlıktan çıkışı da haber veriyor. Yeni bir Srebrenitsa olmasın diye çırpınıyor? 

Dünya bir kez daha mı sessiz kalacak? 

Bunca acının, gözyaşının, feryadın hesabı kimden sorulacak?