Türkiye artýk ‘ikna odalarý’nda insanlara zulmedilen bir ülke deðil. Buna ne kadar þükredersek azdýr. Þu ya da bu sebep, þartlar, dengeler ya da mazeretler adýna ortaya çýkan bu tür uygulamalarýn sona ermesinde emeði geçen herkese teþekkür borçluyuz.
Ancak kesinlikle bundan fazlasýna ihtiyacýmýz var. Düne kadar kendisine dayatýlan rolü oynamaktan öte anlam taþýmayan bir ülkeden, kendi rolünü tayin eden, yeri geldiðinde reddeden bir güce doðru ilerlemek; bölgenin ve dünyanýn öyle kolayca kabul edip hazmedeceði bir gidiþ deðil.
Ýslam dünyasýndaki hemen tüm siyasi tecrübelerin, geçtiðimiz yüzyýlýn baþýndaki aðýr yenilgilerin ardýndan aðýrlýklý olarak ‘savunma’ merkezli bir duruþ sergilemesi, ‘ilerleyen’ dünya karþýsýnda kendisinin neden ‘geride’ kaldýðýný sürekli baþý önünde anlamaya zorlanmasý, bugüne kadar hep cýlýz ve kolayca kontrol edilen modeller üretti.
Þimdi, eðer bugünü ve elbette yarýný farklý kýlacak bir hamle yapmak istiyorsak, öncelikle gözden geçirilmesi gereken bu duruþun, bize yüklediði aðýrlýklardan nasýl kurtulacaðýmýzdýr.
Türkiye’de kurallarý doðru iþleyen bir demokrasinin varlýðýnýn, bu ülkedeki Ýslami tecrübeyi öne çýkaracaðýný pekala bilenler, uzun süre bu tecrübenin dünyadaki diðerleriyle birlikte ‘iflas’ edeceðine dair tezler ürettiler. Fakat ‘Siyasal Ýslam’ýn Ýflasý’ baþlýðý altýnda dayatýlan bu tezlerin gerçekle olan ilgisi, sözkonusu Türkiye olunca eriyip gitti. Bir baþka coðrafyada ya da modelde, zaten o modelin laboratuvar þartlarýnda üretilmiþ olmasýnýn getirdiði iflas ya da çöküþ, hýzla Türkiye’ye taþýnmak istendi. Söylenmek istenen þuydu: Ýslami siyasi tecrübe dünyanýn her yerinde bitti, sizde de devam edemez.
28 Þubat’ýn doðrudan bu tecrübeyi hedef almasý, ‘postmodern darbe’ diye anýlsa da aba altýna gizlemeden silah gösterilerek hamle yapýlmasý, bu tecrübenin kendi doðal akýþýnda durdurulmasýnýn imkansýz olmasýndan kaynaklanýyordu.
Tam bu noktada Türkiye tecrübesinin (model deðil) farký, kendi tarihinden, geleneðinden taþýdýðý kodlarý yeniden üretebilme kabiliyeti olarak görülebilir. Nitekim öyle de oldu. Bugün yaþadýðýmýz tecrübenin, zaman zaman kopuþlar ya da arýzalar yaþasa da bu geleneðin devamý ve yorumu olduðu çok açýk.
Erdoðan ve Ahmet Davutoðlu ekseninde devam eden yeni dönemin, kendisine sorun, tez ya da rol dayatýlan bir Türkiye olmadýðýný, adým adým görme þansýmýz olacak bu dönemde.
Sözgelimi dün TBMM’nin açýlýþýnda Cumhurbaþkaný Recep Tayyip Erdoðan’ýn yapmýþ olduðu konuþma, Türkiye’nin bu tür dayatmalardan, tuzaklardan ve operasyonlardan sýyrýlýp kendisine yeni bir yol haritasý aradýðýnýn ifadesi. Bu konuþmadan iki alýntý yaparak tamamlamak istiyorum:
‘Ýnançlarýn ifadesi ve ibadetlerin ifasý önündeki engeller kalktýkça, Türkiye daha mutlu, daha mesut, daha özgüvenli bir ülke konumuna yükselmiþtir. On yýllardýr, son derece manasýz bir þekilde sürdürülen baþörtüsü yasaðýnýn kalkmasý, öyle iddia edildiði gibi toplumda infiale yol açmamýþ, toplumun normalleþmesini saðlamýþtýr.’
‘Büyük devlet, sýnýrlarýný dünyaya kapatan, krizlerden ve risklerden kaçan devlet deðil; sýnýrlarýnýn ötesine gönlünü açabilen, krizlerde inisiyatif alabilen, risklerle baþ edebilen devlettir. Türkiye, mevcutla yetinen, seyirci bir devlet olamaz. Türkiye, oyun kurucu, inisiyatif alan, mesuliyetinin bilinciyle barýþ ve dayanýþma için mücadele eden bir devlet konumuna yükselmiþtir; bunu daha da ileriye taþýmak zorundadýr.’