İki ‘akil’in maceraları ve liberal yazarın büyük ayıbı!

İki kitap... Biri Muhsin Kızılkaya imzasını taşıyor. Diğerinin kapağında Baskın Oran “mührü” var. (Neden “mührü” ifadesini kullandığımı birazdan açıklayacağım.) 

İki akil insan... İki farklı tanıklık...

İki kitabı da eşzamanlı olarak okudum.

Muhsin Kızılkaya’nın “Barışa Katlanmak”ı için ayrı bir parantez açmak lazım: “Tanıklığın” ötesinde bir kitaba imza atmış. Öncelikle harika bir edebiyat eseri... Hemen belirteyim: Güzel ve temiz bir Türkçesi var Kızılkaya’nın... Yeni Tanin’in Stalin övgüsünde yarışan yazarları okuyup utansınlar. Farklı kimliklere saygıdan sonra, Türkçeyi de bir Kürt yazardan öğrenecekler.

Kızılkaya, 83 günlük akillik serencamını anlatıyor; toplantılar, geziler, temaslar, televizyon programları, “hususi ilişkiler...” 

Kitap, çözüme inanmış bir Kürt yazarın endişeli ama bir o kadar da umutlu gözlemlerini içeriyor...

Bu kitabı, öncelikle, “Çözüm süreci nedir? Neleri içeriyor? Ne aldık, ne verdik?” sorularını soran kuşkucu arkadaşlar okumalıdır...

Çözüm süreci, belki de, kimliği sürekli niza konusu yapılmış bir Kürt yazarın, böyle bir kitabı yazabilmesi, böyle bir kitabı yazabilmesine imkân tanıyan “sulh ortamının tesis edilmiş” olmasıdır. Az şey midir? Daha dün, şarkı söyleyenleri “linç konsorsiyumunun” önüne atıyorlardı; kimliğiyle var olmak isteyen insanları “Sakarya-İzmit-Sapanca” üçgeninde (kendilerinin ifadesiyle) “temize havale” ediyorlardı.

Kızılkaya, sadece akillik macerasıyla ilgili gözlemlerini aktarmıyor; eşzamanlı olarak sahne alan (eşzamanlı olması manidardır) “Gezi provokasyonuyla” ilgili değerlendirmeler de yapıyor.

Birkaç satırını paylaşmak isterim: “Gezi devriminden ben biraz kuşkuluydum. (....) Çünkü bu işte bir tuhaflık vardı. Sırrı Süreyya Önder önderliğindeki Cihangir devrimcilerine, MHP’li Oktay Vural’la, Osman Pamukoğlu, Silivri’de yatmakta olan Doğu Perinçek’in kendilerine ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ diyen yandaşları destekliyordu. Bir de Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi Ankara’dan dola çıkmış, devrimin içinde yer almak üzere karargâhını İstanbul’a kurmuştu. Bir süreden beri başlamış olan Kürtlerle barış sürecine destek vermeyen CHP, Gezi Parkı’ndaki ağaç katliamına dur demek için bütün gücünü seferber etmişti. Kürt sorunundan kaynaklanan olaylarda, binlerce hektar orman yakılırken kılı kıpırdamayan bu arkadaşların tümü şimdi birer ‘ağaç dostu’ kesilmişti.”

Bir anekdot daha: “Van Havaalanı’nda Mehmet Altan ve Cengiz Çandar’la karşılaştım. Onlar da bir toplantı için gelmişler, meğer aynı uçaktaymışız. Ayaküstü Gezi olaylarından laf açıldı, bir de barış sürecinden. İkisi de barış sürecine inanmıyor, ikisi de fena birer Gezi taraftarı. Fazla tartışmak istemedim...”

Muhsin Kızılkaya detay vermiyor ama Mehmet Altan’ın Van’da bulunma sebebi, çözüm sürecinde inisiyatif alan (yani müzakereleri başlatan) MİT Müsteşarı’nı yerden yere vurmaktı... TOHAV’ın toplantısında bunu yaptı nitekim... Sonra da utanmadan şunları söyledi: “50 bin insan öldü. İnsanların dillerini konuşmadığı, isim iadelerinin yapılmadığı bir yerde nasıl yerel yönetimlerinden söz edebiliriz ki?”

Mehmet Altan bunları Kürtçe yasağının kalktığı, isimlerin iade edildiği, faili meçhullerin muhakeme konusu yapıldığı bir dönemde söylüyor.

Evet, hiç utanmıyor.

Baskın Oran’ın kitabına gelince...

Baskın Oran, öncelikle “hükümetin ayıplarını” anlatmak için kaleme almış bu kitabı... Çözüm süreci iyi hoş, inisiyatif alan Erdoğan şaşırtıcı bir siyasetçi, Egelilerin çözüm sürecine yönelik tavırları bazen ironik görüntüler oluşturuyor; Baskın Oran da bu görüntülere bakıp sinisizminin tadını çıkarıyor ama kitapta ağırlıklı tema, hükümetin ayıpları...

Baskın Oran, belli ki, akillik meselesine “mühür” vurmak istemiş.

Bir kitabı, bazen, kapağındaki “mühür” nedeniyle okuruz.

Bazen de istikrah duyarız...

Her şey mühür vurmak değil. Ortada olumlu bir şey varsa, onun bir parçası olmayı sindirmeliyiz. “Ne yapsam da akillik işini üzerime bulaştırmasam... Mahallemin huzuruna yaftalanmadan çıksam...” dememeliyiz...

Memlekette Baskın Oran’ın kişiliğinden daha önemli şeyler var!