Uğur Mumcu’nun mahdumu Özgür Mumcu, yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu “bilimsel” bulmuyor.
Şerif Mardin bilimsel buluyor ama bunu Özgür Mumcu bulmuyor.
Şerif Mardin’den daha iyi biliyor.
Neden böyle düşündüğünü de gerekçelendirmiş ama yazdıklarından bir şey anlaşılmıyor.
Esasında neyi savunduğu da belli değil.
Demek istediği şey özetle şu: “Davutoğlu çok kötü...”
İlginç bir arkadaş oldu bu Özgür Mumcu...
Bir vakitler, “liberal-demokrat” görüşleriyle biliniyordu. Bu satırların yazarı, “Uğur Mumcu’nun oğlu liboş olmuş” başlıklı yazısında, Mumcu’nun liberal-demokrat görüşlerini yargılayanları eleştirmiş, istikametini doğru bulduğunu yazmıştı.
Erdoğan nefretinin “dönüştürücü” bir gücü var galiba.
Liberal-demokrat Mumcu’yu, Gezi kalkışması döneminde erken devrim rüyaları içinde ve heyecandan kendinden geçmiş bir vaziyette gördük... “Ay resmen devrim bu Banu”, “Benim de içimden devrim demek geçiyor Ece” muhabbetinin geçtiği televizyon programında, “Böyle giderse, birkaç belediye otobüsü daha yakılır, olaylar büyür” müjdesini verirken izledik onu ve çok mutlu olduk.
Birkaç belediye otobüsü daha yakıldı, evet.
Birkaç ambulans devrildi.
Birkaç masum genç öldü.
Kaldırımlar parçalandı.
Halkın istifade ettiği parklar ve otobüs durakları tahrip edildi.
Denilebilir ki, “Devrimin şiddeti” içinde bunlar meşru ve olağan görüntülerdir.” Kemal Kılıçdaroğlu da, 50 bin cana mal olmuş Dersim tenkilini böyle savunmuyor muydu? Bir Kürt ve Alevi olarak, “Devrimin tarihsel meşruiyeti içinde bu yaşananlar normal ve olağandır” diyerek ölü Kürt ve Alevi bedenleri üzerinde tepinmiyor muydu?
Davutoğlu’nu “bilimsel” bulmayan ve hiç beğenmeyen Özgür Mumcu artık “baba ocağı”nda (Cumhuriyet’te) yazıyor...
Müthiş bir özgürlük ortamı sunuyor Cumhuriyet; artık liberal ve demokratmış gibi yapmasına gerek yok... Özü neyi vazediyorsa, onu söyleyecek...
Hayırlısı olsun...
Mumcu’lardan bahis açılmışken, Güldal Mumcu hanımefendi için de bir parantez açmazsak olmaz.
Güldal Mumcu hanımefendinin “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabını bilirsiniz.
Rahmetli Uğur Mumcu’nun öldürülüşünü ve “suikast” civarındaki olayları (daha çok duygulanımlarını, hadiseyi nasıl yaşadığını, bir kadın ve anne olarak karşılaştığı zorlukları, travmalarını, hayal kırıklıklarını, öfkesini) anlatıyor.
İyi bir kitap...
Kitapta (güncel Selam Tevhid dosyasında “şüpheli” olarak ismi geçen) bazı gazetecilerden de söz ediyor.
Bu gazeteciler, Saadettin Tantan’ın İçişleri Bakanı olduğu dönemde, UMUT operasyonu çerçevesinde içeri alınmış, ağır işkencelerden geçmiş ve sonunda “Uğur Mumcu’nun katilleri” ilan edilmişlerdi.
Uyduruk bir iddianame...
Uyduruk bir yargılama...
Derken Eskişehir Cezaevi’ne tıkılmışlardı.
Mahkeme, cezayı, Uğur Mumcu’yu öldürmekten değil (uyduruk da olsa, muhakeme sonucunda, Uğur Mumcu’nun katilleri olmadığı ortaya çıkmıştı) örgüt üyesi olmaktan kesmişti.
Güldal Mumcu, kitabında, UMUT operasyonuna da değiniyor.
Hayır, elbette inanmıyor o isimlerin kocasını öldürdüğüne...
İnanmayarak bir lütufta bulunmuş olmuyor.
İnanmamasını gerektirecek yığınla malumata sahip. O nedenle inanmıyor.
Fakat kötü, çok daha kötü bir şey yapıyor.
İşkencenin ne kadar insanlık dışı bir “yaptırım” olduğunu anlattıktan sonra, o sanıklara (gazetecilere) yapılan işkenceyi savunuyor. Bir anlamda içini serinletiyor. Bunu da, zımnen, yaşadığı acıyla telif etmemizi (yani hoş görmemizi) söylüyor.
İşkenceyi savunan bir anne ve “çapul hareketini” yücelten bir oğul...
Bravo...
Bir bitiş cümlesi aradım ama bulamadım.
Dilime gelen ilk sözcük, “bravo” oldu.