Türkiye sert bir “iktidar mücadelesi” içinde. Belirli toplumsal kesimler üzerinden iktidar mücadelesi sýcak ve yoðun bir þekilde devam ediyor. Muhafazakar/ dindar kesimler, laikçi/Kemalist kesimler, Türk milliyetçileri, sol ve liberaller ülkede düzen kuracak þekilde iktidarda olmak istiyorlar.
Osmanlý sonrasý, Cumhuriyet’ten bugüne iktidar, esas olarak laikçi / Kemalist toplumsal kesimin elindeydi. Bu kesim otoriter yöntemlerle 90 yýl boyunca iktidarý kontrolünde tuttu. Son yýllarda Erdoðan ve Ak Parti etkisiyle muhafazakar / dindar kesim devleti yönetebilme kapasitesine ulaþtý. Bu deðiþim taþlarý yerinden oynattý. Ýktidar mücadelesini alevlendirdi.
90 yýl boyunca iktidarda olmanýn açýk bir kuralý yoktu. Seçim kazanmak iktidar olmak anlamýna gelmiyordu. Þimdilerde daha açýk bir kural var: Seçim yoluyla devleti yönetme hakký kazanmak. Oyunun kuralýnýn bu kadar açýk hale gelmesi yeni bir þey.
Bugünlerde “Seçim yoluyla iktidara gelmek” yöntemi, iktidar mücadelesi yapan diðer kesimler tarafýndan pek makbul bulunmuyor. Özellikle demokrasinin sandýktan ibaret olmadýðý söylemini kurmaya çalýþýyorlar. Demokratik haklar üzerine konuþuyorlar gibi görünseler de, aslýnda “iktidar mücadelesi” adýna konuþuyorlar. Çünkü bu kesimler Türkiye’nin sosyolojisinin seçim sistemi ile kendilerini mutlak bir iktidara getirmeyeceði kanaatine ulaþmýþlar.
Seçim sistemi dýþýndan iktidar arayýþlarý
Seçim dýþýnda iktidara gelmenin iki ayrý yolu var. Birincisi askeri darbe yolu. Ýkincisi sokak hareketleri ile iktidarý devirerek ele geçirme. Bu iki yöntem sýrasýnda da uluslararasý güçlerin desteðini almak gerekiyor.
Muhafazakar / dindar kesimin iktidarýna karþýt olan kesimler þimdilerde iktidarý nasýl ele geçiririz muhabbetlerini arttýrmýþ durumdalar. Darbe, sokak hareketleri, uluslararasý destek vb. üzerine kafa yoruyorlar. Gezi’de, 17 Aralýk’ta bir iktidar mücadelesiydi. “Haziran Hareketi” gibi yeni arayýþlar da iktidar mücadelesi adýna.
Türkiye’nin bulunduðu koþullarda, iktidar mücadelesi her þeyin baþý. En temel mücadele. Ýþin özü ve esasý. Sanýldýðý gibi dünya nimetlerinden pay alma meselesi deðil. Varoluþsal bir mesele. Türkiye’nin kimliði, Ýslam dünyasýnýn hali, dünyanýn düzeni ile ilgili bir mesele.
Ýktidara gelmek de, orada kalabilmek de kolay deðil. Ýktidar mücadelesi çoklu alanda baþarýyla mücadeleyi gerektiriyor. Seçimi tek baþýna kazanacak bir partiye sahip olacaksýn. Bu parti üzerinden kurduðun yönetimle ülkenin ekonomisini güçlendireceksin. Ekonomiyi bozmaya yönelik müdahalelere dayanýklý hale geleceksin.
Kürt sorununu, Alevi sorununu yönetebilme becerisine sahip olacaksýn. Darbe yapabilecek kurumlarý kontrol altýnda tutacaksýn, hatta bu kurumsal yapýlarý yeni düzen adýna çalýþacak hale getireceksin. Uluslararasý aktörlere karþý bir yandan baðýmsýz kalýp, bir yandan dünya sistemine etki edecek, diðer yandan da dünya düzeninin dýþýna atýlmayacak bir þekilde denklemde kalacaksýn.
Erdoðan ve Davutoðlu ikilisi tüm bu zor gerekleri eþ zamanlý becerebiliyor.
Erdoðan karþýtlýðýnýn özü: “iktidar mücadelesi”
Bu topraklarda bir kaç yüzyýlda bir görülecek iktidar deðiþimi son bir kaç yýlda gözümüzün önünde seyretti. Osmanlý sonrasý kurulan düzenin iktidar sahipleri, demokratik yöntemlerle el deðiþtirdi. Erdoðan bu mücadelede kilit rolü oynadý. Bu sebeple iktidarýn diðer talipleri tarafýndan sürekli hedef tahtasýna konuyor.
Kanaatimce, Türkiye’de iktidar mücadelesinin geleceðini seçim sistemi üzerinden yürüyen demokrasi belirlemeye devam eder. Türkiye’de sokak hareketleri ile iktidar deðiþtirmeye çalýþmanýn sosyolojik ve toplumsal psikoloji açýsýndan karþýlýðý yok.