İlahiyatçıyı felsefeden korumak!

İlahiyat fakültelerinin müfredatından felsefe derslerinin kaldırılması girişimi adamakıllı tartışılması gereken, çünkü hepimizi ilgilendiren çok ciddi bir konu...

Söylenenler doğruysa YÖK genel kurulunda ilahiyat fakültelerinde okutulan felsefe derslerinin bütünüyle kaldırılması gündeme gelmiş ama itirazlar üzerine bir orta yol bulunmuş ve daha önce zorunlu olarak okutulan “Felsefeye Giriş” ve “Felsefe Tarihi” derslerinin seçmeli ders olması kararlaştırılmış. Diğer yandan felsefeyle ilgili başka derslerin de kredileri düşürülmüş.

Önceki gün Yeni Şafak’taki köşesinde bu gelişmeleri aktaran Rasim Özdenören’e göre, “Bu o kadar tuhaf bir tedrisat programı ki, matematik öğrenmeden mühendislik dersleri veya biyoloji ve anatomi olmadan tıp dersleri öğretmeye teşebbüs eden bir tedrisat programındaki garabete benziyor.”

Yine başka yazarlar da ilahiyat fakülteleri müfredatından felsefe derslerinin kaldırılması teşebbüsünün yol açacağı problemleri dile getirdiler. Umarım bütün bu uyarılar dikkate alınır ve hayati derecede kritik bir yanlıştan geri dönülür.

Esasen YÖK üyesi bilim adamlarının iyi niyetinden kuşku duymuyorum. Benim anladığım kadarıyla YÖK’ün yaklaşımı ilahiyat mezunlarının akademik hayata değil, “mesleklerine” hazırlanmışolarak yetiştirilmesi yönünde. Bu bakımdan bu okullarda okuyan öğrencilerin sözgelimi tefsir, hadis, siyer veya fıkıh alanlarında bilgi sahibi olmaları daha gerekli bir donanım olarak görülüyor ve felsefe grubu derslerinin azaltılmasında sakınca görülmüyor.

Ama bu iyi niyetli olsa da hatalı ve sakıncalı yaklaşımın daha derin bir yerlerinde aslında yüzyıllardır bazı zihinlerde yaşayan “felsefe-din çatışması” meselesinin olduğunu düşünmek mümkün. Felsefe okuyan, öğrenen insanların “kafasının karışacağı” düşüncesi bu ülkede kahvedeki sıradan insandan YÖK üyesi bazı profesörlere kadar birçok kişinin paylaştığı batıl inanışlardan biridir ne de olsa.

Mustafa Akyol’un önceki gün Star’daki köşesinde aktardığına göre, konuyu yakından takip eden bir akademisyen YÖK’ün ilahiyat fakültelerindeki felsefe dersleriyle ilgili yaklaşımı hakkında “Felsefe okurlarsa kafaları karışır, modernist olurlar diye düşünülüyor” demiş. Meselenin bam teli burası galiba...

İlahiyatçıları felsefenin başlarına sarabileceği tehlikelerden korumak isteyen bu iyi niyetli yaklaşımın sahipleri, aslında ilahiyatçıyı tehlikelere karşı korunmasız bıraktığının farkında değiller.

Öte yandan felsefe ile ilgili bir tartışmayı sağlıklı bir zeminde yapabilmek için en başta felsefenin ne olduğunu doğru değerlendirmek lazım.

Felsefe, bazılarının zannettiğinin aksine bir fikir sistemi veya inanç düzeni demek değildir; insan olarak düşündüklerimizi, hissettiklerimizi, sezdiklerimizi ifade etmek için kullanabileceğimiz dillerden biridir. Sanat gibi, bilim gibi... Dolayısıyla Müslümanların da bu dilleri bilmeye ve kullanmaya ihtiyacı vardır. Çünkü “Kuran mesajı” da bu dillere tercüme edilerek anlatılabilir ve anlatılmalıdır. İkincisi, bu dillerde sorulan sorulara cevap vermek için doğal olarak bu dilleri bilmek gerekir. Demek ki ilahiyatçıların bu dilleri bilmesi zorunluluktur. Sanatın işlevini bilmeyen, bilimin kazandırdığı birikimden habersiz olan, felsefenin açtığı kapıları kullanamayan bir ilahiyatçının İslam’ın temel mesajlarını insanlara nasıl anlatacağını iyi düşünmek gerekir.

Tam da bu noktada Osmanlı’nın son asrında İslamcı aydınların çırpınışlarını hatırlamak gerekir. Mesela Mehmet Akif’in “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” derken neyi kastettiğini anlayamazsak bugün konuştuğumuz meselenin neye tekabül ettiğini de kolay kolay anlayamayız.