Ýleri demokrasi manzaralarý

OHIO 

Son bir haftadýr ABD’de, artýk mutad olan “kitap turlarý”mdan birindeyim. Üniversite ve düþünce kuruluþlarýnda konferans veriyor, memleketi de internetten izliyorum.

Bu tip dýþ seyahatler yarýyor insana. Karþýlaþtýrmalý siyaset ve sosyoloji imkaný veriyor. Mesela Türk yargýsýnýn yapýsal sorunlarýný, yargý sýnýfýnýn devletçi reflekslerini ve toplumdan soyutlanmýþlýðýný konu edinen bir yazýyý okuduktan sonra yola çýkýyor ve birden þöyle bir ilanla karþýlaþýyorsunuz:

“Oyunuzu Yargýç Anderson’a verin! O, kendisini kanýtlamýþ bir hukuk adamý!”

Bu cümlelerin yanýnda da “Yargýç Anderson” olduðu belli olan kara cübbeli ama güler yüzlü ve kýrmýzý yanaklý bir adam sýrýtýyor.

Amerikan otobanlarýnda zýrt pýrt böyle ilanlara rastlýyorum, çünkü þu aralar buralarda “hakim seçimleri” var. Çünkü, evet, bu ülkede sadece politikacýlar deðil hakimler de seçimle iþbaþýna geliyor.

Bu hakimler, kürsülerini, “atama” yapan devletlûlara deðil de “seçim” yapan halka borçlu olduðu için de, devleti deðil halký ve onun içindeki bireyleri koruyorlar, haliyle.

Nasýl, bize epey yabancý deðil mi?

Amerika’daki pek çok usûl bize yabancý olduðu gibi bizimkiler de onlara tuhaf, hatta anlaþýlmaz geliyor. Örneðin Türkiye odaklý bir konuþamýn ardýndan bana “Türk üniversitelerindeki özgürlük durumu”nu soran bir kadýna YÖK’ten bahsedince bu kuruma pek anlam veremeyip yeniden soruyor:

“Ýyi de üniversiteler niçin böyle bir merkezi sistemin kontrolü altýna girmeyi kabul etmiþler?”

Cevaben “üniversitelerin YÖK’ü kabul edip etmemesi”ninbir seçenek olmadýðýný, bizde iþlerin böyle alttan gelen “kabul”lerle deðil üstten gelen talimatlarla yürüdüðünü anlatmaya çalýþýyorum. “Üniversite” denince aklýna ister istemez özerk bir kurum gelen kadýncaðýz durumu anlamakta hâlâ zorlanýyor.

Ayný konferansta bir baþkasý “Türkiye’de basýn özgürlüðü”nü soruyor. Ýlk baþta gözüktüðü kadar kötü olmadýðýný, temel sorunun terörle mücadele kanunundaki hoyratlýk olduðunu, ama yeni bir yargý paketinin önemli bir iyileþme getirdiðini anlatýyorum.  

Ancak bir de hemen her iktidarýn basýndan “milli çýkarlara uygun” yayýn istediðini söyleyince kimi yüzlerde þaþkýnlýk kimilerinde gülümseme beliriyor. Çünkü seçilmiþ siyasetçilerin basýna herhangi bir telkinde bulunmasý Amerika’da görülür tahayyül edilir bir þey deðil.

Allah’tan kimse daha da üsteleyip “Hasan Cemal olayý nedir” diye sormuyor. Sorsalar ne derim, bilemiyorum.

Peki bu kýssalardan nasýl bir hisse çýkarýyorum?

Þunu: Eðer dünyadaki “ileri demokrasi” standartlarý Kuzey Amerika ve Avrupa Birliði’nde ise biz henüz bunlarý yakalayabilmiþ deðiliz.

Sebebi, Türkiye’nin son on yýlda “sivil vesayet”in pençesine düþmesi deðil. Böyle diyenler, hem Türkiye’nin ne kadar otoriter bir geçmiþten çýkýp geldiðini görmüyorlar, hem de son on yýlda yaþanan ciddi demokratikleþme ve özgürleþme hamlelerini ýskalýyorlar.

Ancak Türkiye’nin son on yýlda baþardýðý büyük dönüþüm, demokrasinin henüz ABC’sini, yani “ülkeyi seçilmiþ siyasetçiler yönetir” ilkesini tahkim etmiþ durumda.

Ama demokrasinin kalitesinin yükselmesi için, seçilmiþlerin gücünün sýnýrlanmasý ve daðýtýlmasý, fren-denge mekanizmalarý kurulmasý, ifade özgürlüðü, gösteri ve örgütlenme özgürlüðü, din özgürlüðü gibi deðerlerin daha da güçlenmesi gerekiyor.

Geldiðimiz noktayý küçümsemek haksýzlýk olur. Gitmemiz gereken mesafeyi göz ardý etmek ise aþýrý özgüven yahut saflýk.