Ýstanbul Film Festivali’nin ilk çeyrek yüzyýlýnýn yöneticisi Hülya Uçansu anýlarýný yayýnladý.
Ýstanbul Film Festivali’nin kuruluþundan 25. yýlýna dek yöneticiliðini yapan Hülya Uçansu’nun anýlarý “Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anýlarý” adýyla Doðan Kitap’tan çýkýyor. Filmlerin sesinin kýsýlarak simültane çeviri yapýldýðý, sansürle sürekli boðuþulan, form doldurup sabahýn köründe sýraya girilerek rezervasyon yaptýrýlan Sinema Günleri’nden Türkiye’nin en önemli kültür sanat etkinliði haline gelen Ýstanbul Film Festivali’ne uzanan süreci bir roman gibi anlatýyor. Uçansu ile yazdýklarý kadar yazmadýklarýný da konuþtuk.
Kitap bittikten sonra þunu yazsaydým ya da yazmasaydým diye piþman olduðunuz bir þey var mý?
Piþmanlýk hiç yok, ama Allah nasip eder ikinci, üçüncü baskýlar olursa ek bölümler girecek. 24 yýl çok uzun bir süreç. Bütünüyle tamamlanmýþ olmasý mümkün deðil. Yazdýklarýmýn içinde hikaye aradým.
O hikayeleri bulmak zor olmasa gerek…
Yaþarken farkýna varmýyorsunuz. O yýllarda yazsaydým bunun gibi bir þey ortaya çýkmayacaðý kesindi. Ama belli bir yaþa, konuma ulaþýnca daha tarafsýz, daha dýþarýdan bir gözle baktýðýnýzda çok tuhaf karþýlaþmalar, çok güzel baþlangýçlar var. O da bana “festival gibi bir hayat” diyebileceðimiz yaþamý sundu.
Film ya da roman gibi bu kitap! Bunu özellikle kurguladýnýz mý yoksa yazarken öyle mi geldi kaleminize?
Öyle içten gelen bir þey… Kitabý okuyanlar da onu yazanýn “naif” biri olduðunu görecektir. O naiflik içinde geldiði gibi yazdým, sonradan tek yaptýðým kronolojik sýraya koymak oldu.
Ýlk hangi bölümü yazmýþtýnýz?
Belki Onat Kutlar ile Sinematek karþýlaþmasýný yazmýþýmdýr. Yaþamýmýn belirleyici günü o oldu. O gün o karþýlaþmadan sonra kurulan iliþkilerden sonra ben böyle bir hayatý bilinçli ya da bilinçsiz tasarlayabilmiþ oldum.
Bunu sürprizmiþ gibi anlatýyorsunuz ama aileniz de sinemacý. Armut aðacýnýn dibine düþmüþ gibi…
Boyutlar çok farklýydý, kavramlar baþkaydý. Çocukluðumda babamýn sevgisi dolayýsýyla biz en çok Hollywood sinemasýný severdik. Türk sinemasýyla uzaktan yakýndan ilgim yoktu. Ama bu iþe profesyonel olarak eðilmeye baþladýðým zaman Hollywood’un star sinemasý ilgi alanýmýn dýþýnda kaldý.
Aslýnda Ýstanbul Film Festivali dediðimiz zaman ilk aklýmýza gelen ne biri ne öteki…
Ýyi sinemayý göstermek istedik, gençler onu sevsin istedik. O atýlan tohumlar da tuttu, gençler hala salonlarý dolduruyor.
Festival, Sinematek çizgisinde devam etti…
Sinematek çizgisinde baþladý, ama tamamen o çizgide devam etseydi mutlaka izleyici kaybederdik. Sinematek izleyici olmak oldukça meþakkatli ve kahýr çekmeyi gerektiren bir þeydir. Size ‘eðlenceli’ gelmeyen bir filmi, sýkýlsanýz da izlersiniz. Ama o kitle küçüktür. Bu yüzden dünya yüzündeki sinemateklerin izleyicisi azaldý, onlardan boþalan yeri de festivaller aldý. Kimyalarý ayrý.
Üstlendiðiniz role çok az vurgu yapmýþsýnýz biraz fazla mý alçakgönüllülük gösterdiniz acaba?
Ben kendi üstlendiðim rolün pek farkýnda deðildim belki. Birkaç kere vurguladýðým gibi gerçekten içimden gelen bir sýra neferliði duygusuyla çalýþtým. Baþka türlü yapmayý da bilmiyordum.
Sansürle mücadeleniz çok önemliydi…
Bir festival yapmaya eþðeder nitelikte emek ve çaba harcýyorduk filmleri sansürden kurtarmak istersen! Herkes seferber oluyordu Denetim Kurulu Baþkaný’ndan çevirmenine kadar!
Sizce festivalciliðin püf noktasý nedir?
Biz idealist bir dönemden ve idealist bir kuþaktan geldik. Kendimizi hiç hesapsýz kitapsýz bir ideale adadýk. Bugünün kuþaklarýnýn öyle kendini adamakla iþi yok. Organizasyon tarafýna gelince orada iþin içine kurumsallýk giriyor. ÝKSV kurumsallaþmayý bütün yöneticilerinin emeðiyle baþardýðý için bugünlere geldi. Ve teslim ettiði festivallerin yöneticilerini de kendi disiplininin, kendi alanýnýn uzmanlarýndan seçti. Bu yalnýz sinema için geçerli deðil. Ben yeni evli bir üniversite öðrencisiydim ve Sinematek’te yöneticinin yardýmcýsý olarak devreye girdim. Ama insan hangi alana ömrünü verirse onu öðrenir. Benim Sinematek’te iþe baþladýðým 1975’ten 16 yýl sonra, Vecdi Sayar’ýn baþka çalýþmalara vakit ayýrmasý yüzünden Festival’in programýný yapmak da üstüme kaldý. Ýki iþi yapabileceðimi sanmýyordum ama ÝKSV’de Þakir Bey ve Melih Fereli sayesinde kurumsallaþma hýzlandý, organizasyon çalýþmalarý omzumdan azaldý. 2000’li yýllarda Ali Sönmez de programý üstlendi.
Ýstanbul Film Festivali’nin hepimizin okulu olduðunu 20., 25., 30. yýl vesilelerinde dile getiririz zaten…
Bunu ilk kez ben 1991’de söyledim. Anna Turay Cumhuriyet Gazetesi için bir röportaj yapmýþtý. Kitapta ayrýntýlarýla var: “Festivalimiz genç kuþaklar için bir okul görevi görüyor”. Benim bu ifademden tamamen habersiz olarak 25. Yýlda sevgili Zeynep Atakan bir belgesel yapmayý üstlendi. Ve orada hepiniz bunu teker teker dile getirdiniz. Bu iþin okulu izlemektir! Ben hocasýný bu kadar takdir eden öðrencilerin baþka yerde olduðunu sanmýyorum.
Festivalin arkasýnda çok aðýr bir stres var. Siz çok hafif geçmiþsiniz… Zaman geçtikçe unutuluyor mu acýlar?
Unutuluyor! Her kadýn çocuk doðururken doðum sancýlarý nedeniyle “Bir daha asla!” diye çýðlýklar atar ama bu onun baþka çocuk doðurmasýný pek engellemez! kurumsallaþma sürecinin baþladýðý ‘93’e kadar çektiklerimizi ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Kurum vardý; kuvvetli bir logosu, kuvvetli bir imajý vardý ama arkasýnda çoluk çocuktuk! Teknik ve idari anlamda yükü taþýmak açýsýndan tek baþýmaydým. Ne zaman ki Melih Fereli Genel Müdür oldu, ’93 Ekiminde Nejat Eczacýbaþý vefat etti, Þakir Bey onun yerini aldý, o ikisi el ele vererek ÝKSV’nin kurumsallaþmasýný saðladýlar.
Bir sürü teklif aldýnýz, niye deðerlendirmediniz?
Bir sürü teklif yoktu, kitapta da yazdým. Antalya’nýn þimdiki ve önceki Belediye Baþkanlarý, Mustafa Akaydýn ve Menderes Türel beyler, araya sinemacý dostlarý koyarak Altýn Portakal Film Festivali’nin ve AKSAV’ýn yöneticiliðini benden istediler. Ama ben çok yorgundum. 24 yýl çok uzun bir süre. Bunun ilk on yýlýnda ben kan kustum. Bir de festival yöneticiliðinin yaþlanýnca yapýlacak bir iþ olduðunu zannetmiyorum. Antalya’ya teþekkür ettim. Ýstanbul Büyükþehir Belediyesi masaya bir teklif koydu, yeni ayrýldýðým için o iþi yapacak kiþiyim diye. Onlarý daha büyük bir þaþkýnlýkla karþýladým çünkü Ýstanbul’un 25 yýldýr, adýný taþýyan, kendini dünya festivaller arensýnda kabul ettirmiþ, aslan gibi bir festivali var! Ýkincisinin ne gereði var? Festivallerle ilgili önerileri istemediðimi biliyorum.
Ýlk aþkýna sadýk kalmak gibi bir þey mi sizinki?
Evet, ilk ve büyük aþk! Zaten yalnýz ben deðil, hem bu iþ öðrendiðim ustalarým hem birlikte çalýþtýðým ekip arkadaþlarým çok önemli ve çok kýymetlidir. Yönetici orkestra þefidir, her enstrümandan doðru sesi almak zorundadýr. Ama o enstrümanlar doðru sesi vermezse tam bir kakofoni olur.
Kitapta bahsettiðiniz insanlarýn sanatsal kiþiliklerine yer vererek onurlandýrmýþsýnýz onlarý. Bunu yapma ihtiyacýný neden hissettiniz?
Açýkçasý birlikte olduðum sinema öðrencilerinin hiç bilgisi olmamasý yüzünden. Bu vesileyle bu insanlar unutulmasýn diye hem bir vefa ödemek hem de bir kitabýn kapaðý altýnda kalýcý olmalarýný saðlamak istedim. Hem gönül borcuydu hem görevdi…
Kitaptaki bazý bölümleri neden mektuplar halinde yazdýnýz?
Mektup benim çok sevdiðim, çok da alýþýk olduðum bir formattýr. 15 yaþýnda yatýlý okumaya baþladýðým zaman haftada bir ya da iki mektubu çok özlediðim anneme ve babama yazardým. Sonra teknoloji deðiþti, mektup yazmak hayatýmýzdan çekildi. Kitabý yazarken artýk aramýzda olmayan, benim mesailerini paylaþma onuruna eriþtiðim beþ kiþiye son bir defa hitap etmek istedim. Bu mektuplarýn içeriðinde de onlara zamanýnda söylediðim ya da söyleyemediðim þeyleri yazmak istedim. Hepsi teþekkürle bitiyor, onlardan çok þey öðrendim. Sadece en son mektupta, Þakir Eczacýbaþý’na haklý bir sitem var. Çünkü bizim dostça geçirdiðimiz, üstelik çift vardiya çalýþtýðýmýz desem yalan olmayacak 22 yýla layýk olmayan bir finalle bitti dostluðumuz. Bunu da ancak bir mektupla ifade edebilirdim, ne kadar döndü dilim, bilemiyorum.