İlke ile denge arasında bir yerde

Görmüşsünüzdür, dünkü STAR’da Başbakan Başdanışmanı İbrahim Kalın ortaya attığı “Değerli Yalnızlık” kavramıyla ne kast ettiğini içsel tutarlılığı sağlam temellere oturan bir bakış açısıyla açıkladı. Türkiye’nin aslında yalnız olmadığını söyledi. Yalnız olsa bile yalnızlığının savunduğu değerler yüzünden değerli olduğunun altını çizdi.

Kalın’a göre; “demokrasi”, “insan hayatı”, “halkın iradesi” gibi temel değerleri göz ardı eden bir yaklaşım, realizmi değil kendini inkardır. Realizm ve Reel politik Suriye’de, Mısır’da, Somali’de, Myanmar’da yaşanan insani dramlar karşısında susmak olamaz. Çıkar diye tanımlanan şeyin ne olduğuna, nasıl tanımlandığına bakmak gerekir.

           *   *   *

Kalın haklı. Gerçekten de birilerinin bu dünyadaki haksızlığa ve adaletsizliğe karşı bir şeyler söylemesi gerekiyor. Ancak sorun söylemden eyleme geçtiğinde, savunduğunuz değerleri korumaya kalktığımızda çıkıyor. Mısır’da darbe olduğunda darbeye darbe demeyenleri eleştiriyoruz, ama darbe mağdurları için onlar olmadan bir şey yapamıyoruz.

Benzer sorun Suriye için de geçerli. BM Güvenlik Konseyi’ni suçluyoruz, Libya’daki, Kosova’daki müdahaleyi bunca kıyıma rağmen yapmayan Batı’ya kızıyoruz. Fakat onlar olmadan da savunduğumuz değerleri hayata geçirecek bir eyleme kalkışmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki böylesi bir kalkışma bizim için çok pahalıya mal olur.  

Bu yüzden ikna kabiliyetimizin, olayların akışını değiştirebilme yeteneğimizin güçlü olması gerekiyor. Yalnızlığı göze alsak bile yalnız kalmamamız şart. Değerlerimizi savunabilecek askeri gücümüz olmadığına göre savunduğumuz değerlere ve özgül ağırlığımıza dayanmak zorundayız. Aksi taktirde başkalarının aklını ve eylemini kontrol etmemiz imkansız.

Unutmayalım ki devletler ideal bir dünyada değil hepimizin koşullarından şikayetçi olduğu reel dünyada yaşamaktalar. O dünyada güç her şey değilse bile çok şeydir. Gücünüz yoksa, gücünüz kırıldıysa, etkiniz azaldıysa istediklerinizi, beklentilerinizi hayata geçiremezsiniz. Çıkar olarak tanımladığınız değerlerinizi savunamazsınız.

Diğer yandan bir ülkenin böylesi değerlerin savunuculuğunu yapması reel dünyada da önemlidir. Eylemi ve söylemi belli bir meşruiyet zeminine oturduğu için reel dünyanın şekillenmesi açısından kendi başına anlam ifade eder. Sürükleyiciliği sayesinde size liderlik yapma imkanı tanır.

Ancak değerleri savunmak adına yalnız kalmayı göze almaktan yalnız kalma aşamasına geçtiğinizde savunduğunuz değerlerin de anlamı kalmaz. O yüzden siyaset çok ince bir çizgide yapılmak zorundadır. Bu tür siyaset genellikle uçurumun kenarında yürümeye benzetilir. Uçurumun kenarında yürürken de uçuruma düşmemek için sürekli iç ve dış dengeleri kollamak şarttır.

Böylesine hassas ve riskli bir siyaset çok ciddi bir iç koordinasyonu, savunduğunuz değerler konusunda tek sesliliği gerektirir. Ülkeyi yönetme konumunda bulunan herkesin durumun hassasiyetinin idraki içinde olması beklenir. Tutarlılık ve esneklik birlikte düşünülür. Dogmatik duruş değil ilkesel bir pragmatizm öngörülür.

Çünkü bizim gibi ülkelerin bu denli riskli bir politika izlemesi, değerler konusunda liderlik yapması, bir süreliğine bile olsa yalnız kalmayı göze alması, tüm dengeli çok sıkı gözetmesiyle mümkün olur. Aksi takdirde politikanız geri teper, hiç tahmin etmediğiniz sonuçlarla karşılaşabilirsiniz.

Aynı anda hem değerleri savunmaya, hem de kendi içinizdeki ve dışınızdaki sorunlarla baş etmeye kalkamazsınız. Türkiye değerleri savunacaksa başka sorunlarını çözmek zorundadır. Zaten yalnızlık, eksen kayması gibi kavramların ortaya atılmasının nedeni de bu sorunlardır.

               *   *   *

İsrail ile özürden sonra tazminatını alarak ilişkilerini normalleştirmiş bir Türkiye kabul edelim ki bölgesi için söyledikleri ve savundukları çok daha fazla dinlenecek olan bir Türkiye’dir. Benzer şekilde Azerbaycan’ı kırmadan onun çıkarlarını gözeterek Ermenistan ile ilişkilerini geliştirmiş bir Türkiye de siyasi anlatının hegemonyasını elinde bulunduran yerlerde daha makbul bir Türkiye’dir.

Kıbrıs, Kürt sorunu gibi sorunlar konusunda çözüme doğru giden bir Türkiye değerlerini çok daha rahat savunabilecek, etkisi bugünkünden çok daha fazla olacak bir Türkiye’dir. Umut verici olan Türkiye’nin tüm bu sorunların çözümü için çalışıyor olmasıdır. Mesela 1971’de haksız gerekçelerle kapatılan Heybeliada Ruhban Okulu yakında açılacağa benzemektedir...