IMF konusunda ciddiyete davet ediyorum

Türkiye’nin IMF’ye olan borcu sıfırlandı. Sayın Babacan yaptığı bir EFT ile, bir tuşa basarak borçların son dilimini de gönderdi, ödedi.

 

Umarım bir kez daha IMF’den borç almayı gerektirecek bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmayız.

Bunun için de, neden bir dönem krizlerden başımızı alamadık, bugün ise, ne oldu da IMF’ye borcumuzu sıfırlayabildik, bunu iyi görmek, iyi anlamak zorundayız.

Krizlerle ilgili çok şey söylenebilir, sabit kur rejimi, enflasyon, yüksek faizler, bunlara bağlı olarak yüksek ve finanse edilemeyen cari açıklar, defolu hukuk devletimiz hep sorumlu ve sorunlu faktörlerdir.

Ancak, tüm bunların merkezinde kamu maliyesi büyük disiplinsizlikleri vardı.

Bugün ise, 2001’den itibaren başlayan bir süreçte, AK Parti’nin Derviş’in bütçe reformlarını büyük özenle sürdürmesi sonucu, kamu maliyesi alanında Türkiye büyük başarıların altına imza attı ve atmaya da devam ediyor.  

 

2013 bütçe uygulamalarına baktığımızda ilk dört ayın neticesinde, Nisan kümülatif, sadece 300 milyon liralık bir açık var, Nisan ayı bütçe fazlası verdik, ilk dört ayda kümülatif olarak üç yüz milyon açığımız var, on iki aylık bütçe açık beklentimiz ise otuz dört milyar lira.

IMF ile gelinen noktadaki başarının altında yatan en büyük faktör kamu maliyesi dengelerinin yakalanmış olması; sürece emeği geçen herkese, başta bu sistemi kalıcı kılan Sayın Başbakan ve Sayın Unakıtan olmak üzere, bir vatandaş olarak teşekkür ediyorum.  

 

Ancak, basında, politika kulislerinde, IMF başarısı sonrası yapılan bazı yorumlar gerçekten çok komik.

Daha doğrusu traji komik, zira bu yorumları yapanlar gazetelerde köşe sahipleri, parti başkanları.

Geçtiğimiz Salı günü, grup toplantısında, Sayın Kılıçdaroğlu, kendisi de maliye kökenli bir siyasetçi, Türkiye’nin dış borcu ile kamu dış borcu farkını bilmemezlikten gelerek yorumlar yaptı, daha da vahimi, borç meselesini mutlak büyüklükler üzerinden mukayese yaparak anlattı, oysa üniversite birinci sınıftan itibaren bu meselelerin mukayesesinin milli gelire oran olarak yapılması gereği öğretiliyor; gerçek, Türkiye’nin kamu borcunun milli gelire oranının 2002’den günümüze yüzde 90’dan yüzde 36’ya, bütçeden yapılan faiz transfer ödemelerinin milli gelirin yüzde 17’sinden yüzde dördüne düşüşüdür, temel başarı budur, IMF ile gelinen noktanın altında da bu bütçe başarısı yatmaktadır.

Gelelim başka bir traji komik hikayeye, IMF ile gelinen başarı noktasını desteklerken, alkışlarken yapılan büyük bir hataya, düşülen büyük bir yanlışa.

Aslında muhtemelen ortada düşülen bir yanlış yok, paçalardan akan yanlış bir milliyetçilik anlayışı, daha da vahimi, devasa bir cehalet var.

Bu süreçte, yani Türkiye’nin krizlerinde, bu krizlerin 70’lerde, 80’lerde, 90’larda bir türlü aşılamamasında en az günahı olan kurum IMF’dir, IMF’yi günah keçisi ilan etmek çok kolay ama o ölçüde de çok aptalcadır.

Suçlu olan büyük bütçe açıkları üreten, bunlardan vazgeçemeyen dahili popülist anlayış idi.

Somuta indirger isek, temel sorumlu, mesela buğday alımlarında “kim ne verirse ben beş bin lira fazla veririm” diyen rezil anlayıştır, emeklilik yaşını otuzlara çeken uygulamadır, KİT’leri istihdam kapısı gören zihniyettir.

Unutmayalım, IMF Türkiye’nin kapısına gelmemiştir, bütçe dikişini tutturamayan hükümetler IMF’ye gitmiştir.

IMF de, yaklaşık tüm stand by antlaşmalarında istikrar, özel olarak da bütçe disiplini talep etmiştir, bundan hoşlanmayan popülist iktidarlar da IMF’yi günah keçisi ilan etmişlerdir.

 

Şekilde de görüldüğü gibi, bütçe disiplini yakalandığı ve bu disiplinin kalıcı olduğu 2002 ve sonrası süreçte IMF’ye olan talep azalmış ve sonunda bir tuşa basarak IMF borcu sıfırlanmıştır.

Bu noktaya da Türkiye, 2002’den beri, IMF ilkeleri ile kavga ederek değil, IMF’nin 1961’den beri temel istikrar talebi olan bütçe disiplini ile gelmiştir.

AK Parti iktidarının en çok korkması gereken kesim, muhtemelen, kendilerini desteklerken büyük bir cehaletin, kör bir milliyetçiliğin altına imza atabilen sorumsuz, cahil, yandaş görünmek isteyen kesimdir.