İmralı süreci bir ‘al-ver’ müzakeresi değil

Birçok konuyu, sorunu ayrıntıdan bütüne veya bütünden ayrıntıya giderek tanımlama/çözme yerine ‘teferruat’ı esas mesele haline getirerek kendi kendimizi kaosa sokmakta üstümüze yok. İmralı sürecinde cevaplar açık olmasına rağmen ‘hala’ aynı ihtimaller tartışılıyor:

a- Kürt sorununun çözümü konuşuluyor.

b- Öcalan’la al-ver pazarlığı yapılıyor.

c- BDP ile özerk Kürt bölgesine karşılık başkanlık sistemi getirecek yeni Anayasa pazarlığı yapılıyor.

d- Devlet PKK ile baş edemedi, teröristlere af çıkaracak.

Son 30 yıllık tarihin önümüze koyduğu sonuçları kabaca alt alta dizelim:

-Terör örgütleri sadece düşman değil, ‘dost ve müttefik’ ülkelerden ve devletten bağımsız değildir.

-Terör örgütleri ortaya çıktıklarında zorla/silahla bitirilebilir. Ancak iç ve dış destek, halkta da taban bulursa sadece silahla bitirilemez.

-Bir halkın/halkların haklarını kısıtlarsanız örgüte zemin hazırlarsınız.

-Silahı örgütle birlikte halka yöneltirseniz örgüte hizmet edersiniz.

-Hukuku da evrensel ilkelerden koparıp ‘silah’ olarak kullanırsanız, yine örgüte hizmet edersiniz.

-Silah ve ‘kendine özgü hukuk’un halka yöneltilmesine tepki gösterenlere de terörist derseniz örgüte ‘bonus’ kazandırırsınız.

-Bunu bir tercih olarak yaparsanız hata, bilinçli yaparsanız ‘ihanet’ etmiş olursunuz.

***

Türkiye, sadece silahla terörün bitirilemeyeceğini uzun yıllar önce anladı. Ancak çözüm yöntemi olarak ‘demokratikleşme’nin önündeki iç ve dış engelleri aşamadı. Türkiye, yakın geçmişte başlattığı demokratikleşme hamlesiyle, bir karar aldı; terörün bitirilmesini Kürt sorununun çözümüne, Kürt sorununun çözümünü terörün bitirilmesine bağlayan ‘yumurta-tavuk’ ikileminden çıkıldı, ‘postmodern’ bir yönteme geçildi:

-Kürt sorununun çözümü için demokrasi, özgürlük ve sosyal kalkınma öne alındı; ekonomik kalkınma da vaat olmaktan çıkarıldı.

-Terörle silahlı mücadeleden vazgeçilmedi, yöntem etkinleştirildi.

-Demokratik, sosyal ve ekonomik kalkınma ilerledikçe, örgütün silahlı ‘mücadelesi’ anlamını kaybetti, sorgulanmaya başlandı.

-Bu sonuçla ‘örgütün terörü/silahı bırakması’ hedefli yeni aşamaya geçildi. ‘Habur’la ‘siyaset’ kapısı açıldı.

-Habur ‘zafer hırsı’ ve ‘iç/dış’ etkenlerle baltalandı; ancak devlet geri adım atmadı, örgütün ‘siyasi’ liderleriyle ‘dış aracılar’ üzerinden diyalog başlattı. Bu süreç de aynı nedenlerle kesildi.

-Bu kez ‘kendi göbeğini kesme’ kararı alındı ve İmralı’da mahkum PKK kurucusu Abdullah Öcalan’la devletin istihbarat kurumu MİT aracılığıyla görüşmeler başlatıldı.

-Bu sürecin önünde ve sırasında, daha önce süreci baltalayan iç ve dış etkenler etkisiz hale getirildi/getiriliyor.

***

Özetle; İmralı ile Kürt sorununun çözümü değil, PKK’nın -sırasıyla- terörü, Türkiye’yi ve silahı bırakması konuşuluyor. Bu süreç ‘Kürt sorunu’nun çözümüne de önemli katkı sağlayacak. Öcalan da terörle gidilecek yol olmadığını/kalmadığını biliyor. Bu nedenle bir ‘al-ver müzakeresi’ yapılmıyor, görüşülüyor.

BDP ile başkanlık-özerklik pazarlığının da geçerliliği yok. Hükümetin salt ‘başkanlık hevesi’yle yapacağı yeni anayasayı çıkarması için BDP’nin desteği, olası fireler nedeniyle yeterli görülmüyor. Kaldı ki, halk desteğini esas kabul eden bir iktidarın sadece BDP ile işbirliği düşünülemez. Hele, önünde 3 seçim varken...

Bugüne kadar binlerce PKK’lı teslim olarak ya da cezasını çekip cezaevinden çıkarak sivil hayata döndü; bir kısmı sorunun çözümü için gönüllü çalışıyor. Devlet uzun süredir ‘elini kana bulamamış’ dağ kadrosuna ‘sivil hayata/siyasete dönün’ çağrısında bulunuyor. Bunun ötesinde bir ‘af’ siyasetin gündeminde yok.

İmralı’ya gidecek BDP’lilerin kim olacağı teferruattır. Tartışmaların aksine, hükümetin sürecin selameti adına kamuoyunu olumsuz etkileyecek isimlere sıcak bakmaması, BDP’de de normal karşılanıyor. BDP’nin, İmralı ziyareti için İdris Baluken’in adını vermesi anlamlıdır.