İnancımızın kan, gözyaşı, patlamalarla tanıtılmasına seyirci kalabilir miyiz?

Rusya bugün, federasyon farklı etnik grupları ve birbirinden kopuk coğrafyalarda yaşayan kitleleri 'federe cumhuriyetler'den oluşan bir federasyon halinde yöneten, nüfus olarak yaklaşık 140 milyonu aşkın ve toprak yüzölçümü olarak da Türkiye'nin yaklaşık 22 misli; 17 milyon km. kare büyüklüğünde, kocamaaan bir ülke.. Halkının büyük ekseriyeti Ortodoks Hristiyan ve en büyük etnik unsur da, çeşitli slav kavimlerinden Ruslar..

Başka din ve etnik unsurlardan oluşan halk kitlelerinin en büyük kısmı, Müslümanlardan oluşuyor. Tatarlar, Başkırlar, Çerkezler, Çeçenler, Kumuklar, Kıpçaklar Çepniler, -ve bir kısmı Müslüman olan Abhazlar ve Gürcüler, vs..

1835-1865 yılları arasında Mâverâ'y-ı Kafkas'da (bugünkü Dağıstan ve Çeçenistan çevresinde) Rusya Çarlığı'nın zulmüne karşı muazzam bir İslamî direniş sergileyen ve sonunda esir düşen Kafkas Kartalı Şeyh Şâmil'in şanlı direnişi, ruhlardaki istiklâl meş'alesini nesilden nesile tutuşturmuştu.. Rusya'dan Osmanlı'ya 1870'lerde sürgün edilen büyük Çerkez Tehciri' o meş'aleyi de söndürmek içindi.. 1944'lerde de, (Hitler Almanyası'nın saldırısına karşı isteksiz kaldıkları iddiasıyla) Stalin tarafından, Kırım'dan sürgün edilen Tatarlar ve Kafkasya'dan Kırgızistan'a sürülen Ahıska Türk ve kürdlerinin mâruz kaldıkları onca zulümlere rağmen; Müslümanlar Rusya'nın genel nüfus içinde ikinci büyük sosyal kitleyi oluşturmaktaydılar, bugün de olduğu gibi..

Elbette, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği diye anılan ve 1917-1991 arasındaki 75 yılı aşkın bir süre Sovyet Rusya, tam bir komünist diktatörlük ve Rus etnisitesi, kültürü ve dilinin hâkim olduğu bir Rusya İmparatorluğu durumundaydı ve komünist imparatorluğunun 35 yıl öncelerde çöküp dağılmasından önce, Müslüman halklar genel nüfus içinde çok daha elbette o zaman daha fazlaydı; ve Kırım, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Azerbaycan gibi coğrafyalardaki Müslüman halklar , Moskova'dan belirlenen yerli malı komünist liderlerce altında yaşıyorlardı..

Komünizm ideolojisinin, Rusya'daki katı diktatörlüğü yıllarında, hele de kendi hâkimiyeti altında yaşayan bütün dinlerin mensuplarına kendisini bir 'dinsizlik dini' olarak dayattığı 75 yıl boyunca, 'bezbojnik' /tanrısızlık' eğitiminin baskısıyla, Müslüman halkların İslâm'la bağları çok zayıflatılmıştı. Ama, bu kitleler, İslâmî 'şeair'den, gerekli inanç ve amellerden neredeyse tamamen habersiz durumuna düşürülmelerine rağmen, kendilerini yine de 'Müslüman' olarak biliyorlardı.. Komünist rejim tarafından 'Rusya Müslümanları Başmüftüsü' vazifelendirilmiş Ziyaeddin Babahanof, 1970'li yıllarda İstanbul'a geldiğinde, daha özelimsi bir toplantıda, bizlere, 'Amerika'nın esaret zincirini ne zaman kırıp kurtulacaksınız?' diye sormuştu; kendilerinin Sovyetler Birliği'nde hür olduklarını anlatmıştı; biz ona, 'komünist esaretinden ne zaman kurtulacaksınız?' diye sormaya fırsat bulamadan.. O günkü 'Soğuk Savaş' taktikleri her vesileyle ortaya konuluyordu.

Ve, Sovyet Rusya çöktüğünde..

'Rusya Müslümanlarının özgür olmaları halinde, bu durumun Türkiye'deki İslamî cereyanları güçlendireceği, laik rejimi zayıflatacağı' ihtimali, 1992 başında Başbakan S. Demirel'e sorulduğunda 'Endişeye gerek yok, komünist dönem, orada onları öylesine ezmiştir ki, bizdeki laikliğe yönelik öyle bir tehdit gücü bırakmamıştır..' demişti; minnet duyarcasına..

*

Bunları evvelki akşam, Rusya Federasyonu'nun 'Dağıstan Federe Cumhuriyeti'nin Mohaçkale ve Derbend şehirlerinde, 'DEAŞ' diye anılan silahlı mücadele örgütünden oldukları iddia olunan 5-6 kişilik bir silahlı grup, sözkonusu iki şehirdeki sinagog ve kiliselere eş zamanlı olarak saldırdılar, 15 kadar polisi ve bazı 'din adamları'nı katlettiler ve sonunda kendileri de öldürüldüler.

Bu eylemcilerin 25 sene öncelerde, Çeçenistan'da yıllarca verilen büyük mücadele döneminden kalma intikam duygusuyla hareket ettiklerini söyleyecek bir delilleri de yok elde.. Daha önce, çok kanlı şekilde, onlarca, hattâ yüzlerce ölümle noktalanmış bazı hastane, ilkokul ve tiyatro baskınları yapılmıştı; ama, bu kez, DEAŞ'ın devrede olduğu anlaşılıyor.

Ama, kiliseleri , sinagogları ateşe vermek.. Onların deyimiyle, 'din adamları'nı öldürmek.. Bu tarz bir mücadelenin bizim inancımızdaki yeri nerede var?

Kur'an-ı Kerîm, Hacc Sûresi, 40. âyette, 'Sinagogları, manastırları, kiliseleri, mescidleri, içinde Allah'ın isim ve hükümlerinin zikredildiği yerler' olarak tekrîm ile anıyor; dokunulmazlıklarını belirtiyor..

Artık bıçak kemiğe dayanıp da yapacak başka çaresi kalmayan durumlarda bile, Müslüman'ların verdiği mücadelelerde temel ölçümüz İslam hükümleridir. Bosna'da, 30 sene öncelerde, 250 bine yakın sivil insan, sır Müslüman oldukları için, dünyanın gözü önünde katledilirken, sırb milislerinin Müslüman halka yaptıkları zulümlere, aynıyla mukabelede bulunmak için kendisinden izin isteyen mücahidlerine (bilge kral değil), 'bilge Müslüman' Aliya İzzet Begoviç (merhûm), 'Onlar bizim öğretmenimiz değil; düşmanımız!.. Savaşın Müslümanlar olarak nasıl yapılacağını onlardan öğrenecek değiliz.. Biz savaş ahlâkımızın kurallarını İslâm'a göre belirleriz..' demiş; yüz akı, asil bir mücadele vermişti..

Hamas'ın perde gerisindeki lideri Ebû Ubeyd de bir takım çirkin iddialara karşı geçenlerde yayınladığı mesajında, 'Kardeşlerim, Müslümanları utandıracak hiçbir mücadele yöntemine asla girmedik, girmeyeceğiz.' diyordu.

Evet, başka toplumların kamuoylarında İslâm deyince, akla, hemen bombalama, kan, gözyaşı, patlamaların gelmesi, her şeyden önce İslâm'a bühtan etmek isteyenlere fırsatlar veriyor.. Başkalarının, zâlim ve kâfirlerin yaptıkları, bize örnek olamaz. 'Sui- misal / (kötü örnek), misal olamaz..'

*