Asýlacak isen bile ingiliz sicimiyle asýl” sözü bu topraklarda üretilmiþ bir söz.
Muhtemelen özgüven eksikliðinin, isterseniz batý karþýsýnda muazzam bir ezikliðin de diyebilirsiniz, bundan daha çarpýcý, daha dehþete düþürücü bir ifadesi olamaz herhalde.
Böyle bir eziklikle bir ülkenin, bir toplumun mesafe almasý mümkün olamazdý, olamadý da zaten.
Bugün gelinin nokta ise, bizzat Sayýn Cumhurbaþkanýmýzýn aðzýndan AB için “miserables (sefiller)” ifadesinin kullanýlabildiði bir nokta.
Büyük, çok büyük bir özgüven patlamasý yaþýyoruz; çok önemli aðýzlardan, çok deðil, beþ-on sene sonra AB yöneticilerinin bizim kapýmýzda, bizi tam üyeliðe almak için dizlerinin üzerinde yalvaracaðýný duyuyoruz.
Gümrük birliði kararýyla (1996), müzakareler kararýyla (2004) beraber havai fiþekli kutlamalardan AB’ye hasta adam muamelesi göstermeye evrilen bir sürecin içinden geçiyoruz.
Özgüven eksikliði çok büyük bir sorundur ama iyi düþünülüp taþýnýlmamýþ bir özgüven patlamasý da sakýncalar barýndýrabilir, çok dikkatli, çok temkinli olmamýz lazým; Ýfrat ve tefritin ikisi de kötüdür.
Özellikle Avrupa’ya karþý, büyük bir özgüven kaybýndan bugünlere gelmiþ olmamýzýn kýsa vadeli maddi temelleri de yok deðil.
Avro bölgesinin içinde bulunduðu ekonomik kriz, Fransa’nýn büyüme krizi, baþka AB ülkelerinin kamu borç krizi, Ýspanya’nýn iþsizlik meselesi, Yunanistan’dan bahsetmiyorum bile, Ýtalya’da yaþanan son seçimler somut ve çok olumsuz gerçekler, geliþmeler.
Türkiye’de ise son on senede çok önemli, hatta bazen, sakin düþündüðünüzde, inanmakta bile zorlanacaðýnýz geliþmeler yaþanýyor.
Hiç çözülemeyecek gibi duran kamu maliyesi disiplinsizliði bugün hem bütçe açýðýnda, hem kamu borç stoðunda olaðanüstü olumlu bir noktaya gelmiþ durumda.
Yüzde ellilerin üzerinde dolaþan faizler ve enflasyon, hala yüksek olmakla birlikte, kabul edilebilir, mukayese edilebilir tek haneli yerlerde.
Kiþi baþýna gelir, satýn alma gücü paritesiyle on beþ bin dolara yaklaþtý; uzun süreler dört bir dolara sýkýþmýþ kalmýþ idik.
Ýktisadi büyüme oranlarý AB ülkelerine oranla son on senede belirgin bir biçimde yüksek.
Hukuken olmasa bile fiiliyatta askeri vesayet dibe vurdu.
Kürt meselesinde siyasal müzakere aþamasýndayýz.
AB ile 2005’den beri, çok sancýlý olsa da, katýlým müzakereleri yürüyor.
Türkiye ve AB kalkýnma, büyüme, demokratikleþme, hukuk devleti olma süreçlerine 2000’de baþlamýþ olsalar idi, biz þimdi belirgin bir biçimde önde idik.
Ancak, tarih öyle deðil.
Yaþamýþ en büyük iktisat tarihçisi olduðuna inandýðým, Annales okulunun kurucusu Fernand Braudel, bir kitabýnda, 19. Yüzyýlý sanayi devrimini, burjuva devrimlerini olgunlaþtýrarak bitiren ülkeler dýþýnda önümüzdeki yüzyýllarda gerçek refahý yakalayacak ülkeler olmayacaðýný söylüyor.
Çok kaderci gibi bir duran bir bakýþ, doðrusu, yazan Braudel olmasa çok da ciddiye almayacaðým ama Braudel bir þey söylüyorsa üzerinde üç defa, beþ defa düþünmek þart.
Braudel’in söylediði yanlýþ da olabilir ama bu büyük tarihçinin söylediði yirminci yüzyýl için doðru çýktý; Ýngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya dýþýnda, tüm bu ülkeler 19. Yüzyýlý sanayileþme sürecini bir noktaya getirerek kapatmýþlar idi, 20. Yüzyýlda büyük iþler yapan baþka büyük ülke de pek yok.
Ýsveç, Norveç, Danimarka gibi ülkeler, iktisatçýlarýn tabiriyle “küçük ülkeler”.
Türkiye, doðrudur, 21. Yüzyýla çok önemli adýmlar atarak girdi.
Artýk, “asýlacak isek ingiliz sicimiyle asýlalým” gibi inanýþlara yer yok.
Ama, psikolojik doping gereksinimi dýþýnda, abartýlý bir özgüvenin de tehlikeli olduðunu görelim.
Ülkelerin, toplumlarýn, coðrafyalarýn kaderleri on senede belirlenmiyorlar; lütfen, büyük tarihsel birikimleri, belirlenmeleri hafife alma hatasýna düþmeyelim, kaderci olmadan her alanda, ekonomide, hukuk devletinde gayreti de elden býrakmayalým.