İnsâfa mütedâir

“Sözlerde bugün kalmadı hiç ölçü ve tartı! Hem turna denir leyleğe hem karga ve martı...”

Son zamanlarda sık sık Fâzıl Ahmed’in bu beyti geliyor aklıma.

Fâzıl Ahmed Aykaç (1884-1967) sırf şiir sanatı bakımından pek önemli bir imzâ değildir ama mizâhî manzûmeler bakımından önem taşır.

Büyük Türk Mütefekkiri, Dâhî Yazar ve Örnek İnsan Yağmur Atsız onunla ilgili bir incelemesinde şöyle der:

“Bâzı edebiyatçılar şerbete asid karıştırırlar. Fâzıl Ahmed ise bence aside şerbet karıştıran bir şâirdir.”

Ne güzel söylemiş Üstad... Elleri derd görmesin!

Fakat (Kürdcesi: Lé) niyetim burada Fâzıl Ahmed’den bahsetmek değil. Yukarıda zikretdiğim beyit, politika bağlamında uluorta sarfedilen sözlerden ötürü aklıma takılıyor son günlerde.

Özellikle muhâlefet liderlerinin kullandıkları dil, maazallah, artık âile muhitlerinde çocuklar için sakıncalı kategorisine henüz tam girmediyse bile girmesine çok bir şey de kalmadı sanıyorum.

İktidar partisinin ne alçaklığı ne kahbeliği ne satılmışlığı ne dönekliğini bırakıyorlar. Doğrusu hayrân olunacak (!) bir “zerâfet” bu...

Gönül isterdi ki değişen Türkiye’nin yepyeni konularıyla ve problemleriyle yine yepyeni ufuklara yelken açalım, bunları konuşalım. Lâkin pek çok politikacımız şahsiyyat çopurunun çirkefli sularında tepinmeyi tercîh ediyor. Muhtemelen daha kolaylarına geldiği için. Öbürü elbet fikrî çaba ve bilgi gerektiriyor.

Ben meselâ muhâlefet liderlerinin ağzından Kürd politikamızın nasıl olması gerekdiğine dâir sadre şifâ olabilecek iki çift lakırdı işitmeyi çok isterdim.

Tamam, anladık, Mes’ud Barzânî “düşman”ımız. Türkiye’den de okkalı bir parça kopararak “Büyük Kürdistan”ı kurmak istiyor.

Peki, sen o Büyük Kürdistan’ın Türkiye ile bir federasyon yâhut en azından bir konfederasyona gitmeksizin ayakda kalabileceğine inanıyor musun?

Planın ne, anlat da büyük devlet nasıl olunurmuş öğrenelim ve önümüzdeki seçimlerde oylarımızı sana verelim!

AK Parti’nin izlediği AB politikasını kıyasıya eleştiriyorsun ve “bunlar”ın Türkiye’yi sâdece Kürdlere değil, kalanını da Batı’ya satdığını ileri sürüyorsun!

Âmennâ!

Peki Hükûmet bu “ahmakça” politikasını nasıl düzeltsin?

Ne yapsın da vatanımız “emperyalistler”in eline düşmekden kurtulsun?

İlaç için iki cümlecik de bu sualin cevâbını vermek için kursana!

Kur da gözümüz açık gitmeyelim!

“Kur” dedim de aklıma geldi:

Hükûmet’in ekonomide de çuvalladığını ve bu bağlamda döviz kurlarının aleyhimize teşekkül etdiğini söyley(n)ip duruyorsun, güzel... Peki, nasıl bir kur politikası izlesinler?

Ben daha bu sabah Türkçe bilmeyen bir arkadaşıma bir döviz meselesinde lisânen biraz yardımcılık etdim. Alelhesab ilk rastladığımız banka şûbesine girdik ve orada kendi işimiz hallolunurken geçirdiğimiz yaklaşık yirmi dakıykalık bir zaman boyunca her isteyenin nasıl bir rahatlıkla istediği kadar dövizi satın alabildiğini gözlemledim. Denilebilir ki senin tek başına herhangi bir banka gişesine biraz bakarak edindiğin izlenim kaç para eder?

Vallâhi, ben bu memleketde insanların 100 D-Mark için günlerce koşuşturduklarını ve ceblerindeki üç dolar için mahkemelerde süründüklerini de gördüm.

Onun için muhâlefet partilerine mütevâzıâne tavsiyem insaf sınırlarını aşırı derecede zorlamamalarıdır.

Fâzıl Ahmed’le başladık, onunla bitirelim. Mûmâileyh Muallim Nâci (1850-1893) ile dalga geçdiği bir manzûmesine şöyle başlıyor:

“Mahvoldu Pazar, yıkıldı çarşı.

Çaldıksa da İttihadcı marşı

Yârab, acabâ şu hâle karşı

Beyhûde midir kıyâm, heyhat!”