İnsan 100 senede bir gram gelişmez mi?

Elbette onlarda “vatanı kurtarma” fikri ağır basıyordu. Son iki yüzyıllık seri bozgunlarla Anadolu’ya ve Rumeli’nin Trakya bölümüne sıkışıp kalmış ülkeyi (onların ifadesiyle “vatanı”) bu badireden çıkarmak, eski görkemli günlerine döndürmek ve olabiliyorsa en geniş sınırlarına ulaştırmak...

Bakış buydu...

Bu amaçla örgütlendiler ve iktidarı ele geçirdiler.

Pardon, meşru yollarla gelmediler.

Meşru yollarla gelmeyi zül saydılar... (Hani, milletvekili sıfatını taşıyan bir CHP’li arkadaşımız “Darbe yapacak komutan kalmadı, hepsi içeride, sandıktan çıkmaya bakmalıyız” diyordu ya... İktidar için gayrı meşru yolları benimsemek, 19. yüzyıl aydını için biricik yöntemdi. Hatta doğal haktı. CHP’nin nerelerden neşet ettiği böylece açıklık kazanıyor galiba...)

Parlamentoda çoğunluğu oluşturmalarına rağmen darbe yaptılar.

Uzaktan uzağa 27 Mayıs’ı hatırlatan, dar kadrolu bir girişimdi.

Meşhur Babıali Baskını’ndan söz ediyorum...

İttihat ve Terakki’nin devri saltanatına ilişkin kitapları ve varakpareleri karıştırırsanız teferruatıyla görürsünüz, “sergerde” Enver’in, yanında Yakup Cemil ve diğer fedai takımıyla Babıali’yi (hükümet merkezini) nasıl bastıklarını, baskına direnen Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı “ne şekilde” ortadan kaldırdıklarını, Sadrazam (Başbakan) Kamil Paşa’yı hangi kolpayla istifaya zorladıklarını, kendi iktidarlarına Sultan Reşat’ı nasıl ikna ettiklerini...

Fethi (Okyar)Bey, “Toplasan 50-60 kişiydi” diyor.

İşte bu 50-60 kişi, iktidarı ele alır almaz, siyasi suikastler sürecini başlatacak, muhalifleri bir bir “temize” havale edecek, Balkan Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle çıkmış ülkeyi Almanların yanında savaşa (birinci cihan harbine) sokarak imparatorluğun sonunu getirecektir.

Dün, bir “gazete kesiği” tutuşturdular elime.

Manevi sahibi ve önderi Silivri’de mevkuf bulunan bu gazetenin bir yazarı, “Babıali Baskını”nın 100. yıldönümü şerefine bir yazı kaleme almış, bu “ilerici ve devrimci girişimi” övüyor.

Babıali baskını olmasaymış, biz bir Cumhuriyet kuramazmışız.

Hatta devrimleri yapamazmışız.

Hatta demokrasiye geçemezmişiz.

Hatta “demokratik bir burjuvazi” oluşturamazmışız.

Babıali baskını bu nedenle bir “milat”mış.

İlericiler ve devrimciler için de örnek alınması elzem bir hadiseymiş.

Bugün de Babıali Baskını’na benzer bir hareket gerçekleştirmek gerekiyormuş ama gel gör ki, elde bu işi yapacak “vatansever general” kalmamış... Hepsi Silivri’de tutukluymuş.

Bu sabuklamalara diyecek bir şey yok.

Hadi zorlanarak şunları söyleyelim:

BİR: Gayrı meşru yollara tamah ederek iktidara gelmek, bir on dokuzuncu yüzyıl alışkanlığıdır. Artık yirmi birinci yüzyılı idrak ediyoruz. İktidar kavramı değişti ve “mutlak güç” olmaktan çıktı. Dolayısıyla, iktidara sahip olmanın araçları da değişti.

İKİ: Enver Paşa, sizin Silivri’de yatan “kurtarıcılara” benzemiyordu. Hiçbir zaman bölücü ve çakal takımıyla iş tutmadı. Sergerdeydi ama vatanseverdi...

ÜÇ: Sizin Silivri’de yatan kurtarıcı takımı, Nuri İyem’in tablolarını satın alarak ucuz tarafından “burjuvaziyi oluşturan” (!) para babalarıyla iş tutarken, sergerde Enver bir “sanat muhiti” oluşturmak için uğraş veriyordu. Deneysel tiyatroyu ve İbsen’i bilecek kadar da ileri görüşlüydü.

DÖRT: Üzerinden 100 sene geçmiş... İnsan 100 senede bir gram gelişmez mi?