İnsan derisi, bir nesneyi insan kılmaya yeter mi?

Japonya'nın Tokyo Üniversitesi'ndeki bilim adamları, canlı deri ile makineyi birleştirerek kendini iyileştirebilen/aşabilen robotik parmak geliştirdiler. Canlı derisi olan robotların yapımında ilk adım olarak görülen bu önemli aşama, robotlara canlı yaratıkların görünümünü ve dokunuşunu vermek için nihai çözüm olarak lanse ediliyor. İnsansıların, hasta bakıcılık ve hizmet sektörü de dahil olmak üzere çeşitli rollerde insanlar ile doğal bir şekilde etkileşime girebileceği görüşü de bu sayede güçleniyor. "Canlı beden ile makine arasındaki o sert sınırı bulanıklaştırarak, yeni bir mekanik icad ettik' diyorlar.

"Yeni bir etkileşim', "yeni bir ilişki' ne kadar parlak ifadeler değil mi? Trans'ın yani geçişlerin, geçişliliğin, değiş-tokuşun, neredeyse tek gerçekmiş gibi, tüm diğer bilinen ve sınanmış gerçekleri öldürerek yerine ikame edilişindeki büyük devrim gibi, yeni tılsımlı kavramlar türetiliyor, sahte gerçeklikler var ediliyor...

Bunların birisi de "bulanıklık'... Bir tür, sınırsızlık, sınır tanımazlık anlamını da taşıyan bulanıklığa göre, doğanın bize dayattığı tüm tanımlar, köleler gibi maruz kaldığımız ceberrut sınırlamalardır, doğal olan'ın dayatmasına karşı, opak olmayan, tarifi ve sınırı çöpe atan, yeni bir bakış açısı hakim olmalıdır.

Dolayısıyla bulanıklık söylemi, "doğuştan gelen'i kabul etmez. Zaten "doğuştan gelen'i kabul ettiğimiz zaman, ister istemez yap-boz olmayan (geçişli olmayan) başka bir şeye atıf yaparız, kaderdir bu. Dolayısıyla doğuştan gelene vurgu yapan bir kişinin aynı zamanda bir yaratıcıya inandığını da pek ala düşünebiliriz... Yaratılış hakkında ne düşünüyor insanlık? Tanrı mı, bir güç mü, yoksa tesadüfler mi var etti kâinatı? Güçlünün zayıfı eleyerek ve imha ederek ilerlediği zaman tünelinde, insan insanın hep düşmanı, hep kurdu mu? Tanrıdan ve dostlardan memnun olmayanların çağımızda derinleşen yalnızlıklarının, kaybettikleri anlam izdüşümlerinin üstesinden nasıl gelinecek? İnsan derisiyle kaplanmış robotlarla mı?

Aydınlanma çağında "Tanrı'yı göklere hapseden' entelektüeller, Tanrısız bir dünyaya çok uzun süre dayanamamış olsalar gerek ki, artık hatasız, üstün ve kusursuz, hatta tanrılaşmış yeni insan modülü için zihin yoruluyor. Post-hümanist bakış açısının, kusursuzluk ve kendini iyileştirme kavramlarını kullanmaya özen göstermesi, elbette rastlantısal değil. Transhümanizme dair küresel çalışmalar ile lgbt lobileri, dikkat ettiyseniz kol kola yürüyorlar.

Dünya üzerindeki kavgalar, karşıtlıklar üzerinden yükselir. Irk, milliyet, din, ülke, siyaset, coğrafi koşullar arasındaki farklılıklar her zaman, savaş, kargaşa ve kaos sebebi olmuştur. Dünyayı güçlü ile zayıfın acıklı savaşımından ibaret olarak gördüğümüzde, sözgelimi kadın ile erkek de sürekli güç savaşımı içindeki varlıklardır. Savaşı, kargaşayı nasıl sonlandırabiliriz diye sorulduğundaysa feminizmin ve aslında post yapısalcıların verdiği cevap, farklılıkları iptal ederek olmuştur. Şayet cinsiyet denen şey olmazsa, kavga da olmayacaktır, güç dengesizliği de... Bu şartlarda, postmodernist düşüncenin savaş açtığı üç kavram olan; insan, tarih ve Tanrı bozuma uğratılarak, 'doğuştan gelen' tanımı şiddetle reddedilir... Çünkü doğuştan gelen dediğinizdeyse, bu insan doğuştan kadın veya doğuştan erkek dediğinizdeyse, örtülü olarak Yaratıcıyı ve yazgıyı kabullenmiş oluyorsunuz...

Doğal olanı beğenmeme, hilkati kabul etmeme, değiştirme, dönüştürme, yapı-bozum aracılığıyla meydan okuma esasına dayalı bu yeni inkar evriminin aslında sosyal barışı getireceği falan yok. Daha fazla yalnızlık, daha fazla maske, daha fazla kederden başka...

"Ölümcül Kimlikler" demişti Amin Maalouf, çatışma üreten farklı kimliklere. Çatışmaya itiraz etmesi ne kadar anlamlıysa, ana akım batı modernitesi dışındaki tüm diğer varoluşları çatışkının ana sebebi olarak sunması da o kadar haksızdı. Oysa kim istemez barışı? Ama barış, taraflardan birisinin imhası veya yokluğu üzerinden inşa ediliyorsa, ne kadar barışmaktır ki bahsettiğimiz?

Karşıtlık ve sürekli çatışkılar üzerinden tanımlanan kimlikler; din, ırk, cinsiyet, kuşak farkı gibi söylem alanları, giderek başka bir şeye dönüşüyor. Din, ırk, cinsiyet, kuşak farkı ortadan kalkarsa şayet; barış, adalet ve özgürlük doğacaktır tezine evriliyor.... Doğal olanın yerine toplumsal mühendislikler aracılığıyla inşa edilecek yeni ve güya çatışkısız bir sistemi ikame etme çabası, aslında oldukça politik bir tez. Doğası gereği mutlakçı ve baskıcı. Sorunu, farklılıkları sıfırlayarak halledeceğinden emin.

İnsanın giderek daha yoğun bir şekilde yalnızlaştırılması sonucunu da taşıyan tüm bu girişimler, güçlü olanın zayıf olanı hayattan sileceği şeklinde dikte ve dizayn edilmiş ezberi, tahkim etmekten başka bir işe yaramıyor.