Selahaddin E. Çakırgil
Selahaddin E. Çakırgil
Tüm Yazıları

İnsanî bir siyasete, ‘hazır’ değil miyiz?

Ankara Garı’nda 10 Ekim günü, toplumu panikletmek ve sindirmek hedefi güttüğü anlaşılan ve de 100’e yakın insanın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan korkunç bir katliâm sonunda, Başbakan Davudoğlu, dolayısiyle 3 gün yas ilân ederken yaptığı açıklamada, ‘bu yasın sadece bu katliâmda hayatını kaybedenler için değil, bütün terör hadiselerinde hayatını kaybeden bütün vatandaşlarımız için de olduğunu’ söylüyor ve ‘En aykırı düşüncede de olduklarımızla, aynı ülkenin eşit vatandaşları olduğumuzu düşünelim, bugün birlik olmak günüdür. Bunu bütün dünyaya gösterelim.’ diyordu. 

İlk planda, güzel.. 

Evet, bugün, bizim sosyo-politik bünyemiz, hastalıktan kurtulabilmesi için, Davudoğlu’nun bu çağrısına muhtaç..

***

Ama, Davudoğlu ve S. Demirtaş arasında ağır bir beyanat savaşı yine de yaşanıyordu. Çelişki burada.. Birisi, ‘O, halkı tahrik ediyor!’; diğeri, ‘Bu vatan hepimizin.. Ama, bu acı günümüzde kaatillerimizle nasıl buluşacağız?’ diyordu. HDP ve CHP ve yandaşlarıysa, en delilsiz ve sorumsuz şekilde,Tayyîb Erdoğan’ı çoktaaan ‘fail’ olarak göstermişlerdi bile..

Davudoğlu’nun liderlerle görüşme çağrısına, MHP lideri Bahçeli’den de yine bir ‘Hayır!’ geleceği gözönüne alınmamış mıydı, sahi.. Hem, kabul etseydi, onunla ne görüşülecekti?

Kezâ, bir olumluluk havası sergilemeye çalışan Kılıçdaroğlu ile de ne konuşulacak, meselâ.. Demirtaş’la da, kapı kapanmasa, farklı şeyler mi konuşulacaktı sanki? 

Bu liderler, fikrinde sâbit kadem olarak, muhatablarıyla insanî ilişkileri zedelemeden konuşamazlar mı?

***

Bir diğer konu..

(Rahmetli) Erbakan’ın başbakanlığı döneminde, ona ulaştırdığım bir düşüncem vardı. ‘Meselâ ayda bir, parti liderlerini birlikte ve olmazsa, ayrı ayrı, kahvaltıya dâvet etse!.’ diye..

Ama, bazıları, ‘Onlara niye şeref bahşedilsin?’ gibi bir mantık sergilediğinden olmamıştı.

28 Şubat 1997 Muhtırası’ verildiğinde, muhalefet liderlerine, ‘Siz niye tepki vermiyorsunuz?’ denildiğinde ise, bir muhatab bulunamamıştı; çok geç kalınmıştı.

***

Aynı durum, bugün de geçerli..

Halkın tamamının başkanı ve birliğinin sembolü de olan ‘Cumhûr’un başkanı’ da, ayda bir, parti liderlerini kahvaltıya davet etse de, memleket mes’elelerini görüşseler..

Ama, bizdeki sistem, siyaseti, hizmet için rekabet değil, insafsız bir mücadele olarak gördüklerinden, birbirlerine söylemedik sözü bırakmıyor ve sonra da yüz yüze bakamaz hâle geliyorlar. Yanlışlar hakaret etmeden söylenemiyormuş gibi, yalan ve hakaretler, siyasetin temel harcı sanılıyor ve susulacak olunursa; o zaman siyaset yorumcularının, ‘Nasıl da ezdi, gördünüz mü?’ diyeceklerinden çekiniliyor, herhalde..

Siyaset böyle şekillenince.. Bu gibi zehirli ilişki ve felaketli sonuçları da beklenmelidir.

Halbuki, bir sosyo-politik bünyedeki değişik görüşleri temsil eden partiler, fırkalar, o sistemin içinde, kendilerine düşen rolleri ifâ etmek için vardırlar, birbirleriyle savaşmak için değil..

***

Hz. Peygamber (S)’den gelen bir ‘rivayet’te de, ‘birbirimize ölçüsüz muhabbet veya husûmetle davranmamamız; bugünkü dostluk ve husûmetlerin yarın yer değiştirebileceği ve insanların ileride birbirlerinin yüzüne bakacaklarının unutulmaması’ tavsiye etmektedir.

Çok mu zor bu?

Politikacılar, bazan, ağızlarından bal akarcasına konuşuyorlar: ‘Bu güzel vatan hepimizin.. Huzur içinde, kardeşçe yaşamak yok mu?’ diyorlar; ama arkasından, en yukarıda C. Başkanı’na bile, ahlâkî ölçüleri de gözetmeksizin, dilleri frensizce saldırıp, içlerindekini boşaltıyorlar. Sonra da,’Kardeşçe yaşayamaz mıyız?’ diyorlar. 

‘Nereden inceyse oradan kopsun!’ diyemiyeceğimize göre..

Sosyo-politik hayatın öncüleri! Davudoğlu’nun mitinglerde pek sevimli olmayan o sorusunu, bu vâdide de tekrar dinlemeye ve insanî bir siyasete: ‘Var mısınız?’