17 Eylûl günü HT’de yayýnlanan ve ‘Suriye’liler’ konulu bir tartýþma proðramýnda bir söz etrafýnda geliþen tartýþma, aslýnda hepimizi ilgilendiriyor.
Hemen ifade edeyim ki, tartýþýlan söz, merâmýn iyi anlatýlamamasý ve maksadýn aþýlmasý yüzünden olsa gerek.. Çünkü, sözün sahibi, þahsen de tanýdýðým ve medyada eleþtirilen noktalarý kendi aslî deðerleri ve dünya görüþü açýsýndan kasd edemiyeceðini düþündüðüm bir isim.. ‘ORSAM’ (Ortadoðu Stratejik Araþtýrmalar Merkezi) baþýnda bulunan bir sosyoloji prof.’u..
Prof. Ahmed Uysal, sanýrým canlý yayýn kazâsýna uðramýþ..
‘Balkanlardan Kafkaslardan gelenlerin türkleþtirildiklerini-türkleþtiklerini, türkçeyi sonradan öðrendiklerini’ söylemiþ.. Kullandýðý cümlenin nerelere çekileceðini o anda tartamamýþ.. Nitekim, tarihçi Halil Ýnalcýk’ýn da, Osmanlý’nýn yýkýlýþ faciasý döneminde Balkanlar ve Kafkaslar’dan gelenlerin en azýndan üçte birinin türk deðil, farklý etnisitelerden olduðunu söylediðine de atýfta bulunuyordu.
Ama, karþýsýnda bulunan kiþilerden birisi, (27 Darbecileri’nden, henüz 30 yaþýna basmamýþken, o zamanki nüfusu itibariyle 30 milyonu bulmayan bir halkýn kaderine müdahale etmeye kalkýþan Yzb. Muzaffer Özdað’ýn oðlu olan) ÝP m.vekili Ümit Özdað, hemen, ‘O gelenler Konya’dan Balkanlar’a götürülmüþ olanlarýn çocuklarý.. Onlarý bir arab devletinden gelenlerle bir tutamazsýn..’ diye itiraz ediyordu.
(Elbette doðrudur ki, Balkanlar’a Anadolu’dan giden türk, kürd, arab vs. Müslüman etnik unsurlar da vardý; ama, sonradan Müslüman olan ve devletin resmî dili türkçe olduðu için, türkçe öðrenen kitleler de vardý. Ama, Balkan Müslümanlarýnýn tamamýnýn bir etnik unsura mensub gösterilmesi yanlýþtý.)
Nitekim, Prof. Uysal da, ‘O zaman çerkezleri, boþnaklarý, arnavudlarý, pomaklarý n’apacaksýnýz? Balkan göçmenleri, Kafkas göçmenleri türk diye gelmedi, buraya sýðýnmak için geldi. Onlar, buralara ‘müslüman coðrafya’ diye geldiler..’ diyordu; doðru bir yaklaþýmla..
Evet, etnik açýdan farklý olan milyonlar buraya gelmiþlerdi. (Prof. Uysal’ýn eleþtirilen sözlerinin, gerçekte maksadýnýn aþan þekilde bir telâffuz yanlýþýndan geldiðini söylerken, onun iþte bu yaklaþýmýndan da cesaret alýyorum.)
Osmanlý’nýn 550 yýl kaldýðý Balkanlar’dan çekilirken, o periþan milyonlar canlarýný, namuslarýný korumak için, Ýslâm inancý açýsýndan Dâr’ul’Ýslâm’ olan, Ýslâm /Barýþ Yurduna, -genel hatlarýyla- Ýslâm’ýn hâkim olduðu yerlere, sýrf, inanç birliði içinde olduklarý kardeþlerinin bulunduðu yerlere geliyorlardý.
Yine de o Müslüman coðrafyasýna gelenlerin o facia ânýndaki tutumunu, ‘daha sonra türkleþtirildiler, türkleþtiler..’ þeklinde, ‘kemalist-laik’ döneminde olduðu üzere, ‘türk etnik kökeninden olmayanlarýn dýþlanmak istendiði’ gibi yanlýþ anlamalara, çarpýtmalara müsaid þekilde ifade etmese ve birilerine hisse kaptýrmasaydý. (Nitekim, bugün yüzbinlerce türk ve kürd çocuðu da, Almanya’da almancayý birinci dil olarak konuþuyorlar, ana dillerini ise yarým-yamalak..)
Bu program yayýnlandýktan sonra konuya bazý Balkan Dernekleri’nin yöneticileri tepki gösterdi.
Hele de, ÝP’in üst kademe sorumluluklarýnda bulunmuþ olan bir kiþi ise, medyada yer alan açýklamasýnda ‘Osmanlý’nýn, fethettiði topraklarý ‘türkleþtirmek’ (?) için ‘Anadolu’nun dört bir yanýndan bu topraklara taþýdýðý türk soylu milyonlar eliyle ‘bu topraklarý kendilerine vatan edindiklerini’ söylüyor, ve Prof. Uysal’ý tarih bilmezlikle, cahillik vs. ile suçluyordu. Halbuki, asýl o kiþi, kendisi Osmanlý’nýn gittiði yerlerde halklarýn diliyle de, diniyle uðraþmadýðýný bilmiyor; tam tersine, belki de 600 yýlý aþan ömründeki en güçlü tarafýnýn bu özelliði olduðunu farkedemiyordu.
Bu gibi yersiz tartýþmalarý yapanlara, sadece Edirnekapý Þehidliði’nde þöyle 1-2 saat dolaþmalarýný, Ýstanbul’u rüyalarýnda bile göremeyenlerin, nerelerden geldiklerini mezar taþlarýndan öðrenmelerini tavsiye etmek gerekir. Sadece Anadolu’dan deðil, Baðdad’dan, Medine’den, Bingazi’den, Batum’dan, Erivan’dan, Manastýr’dan, Ýdlib, Haleb, Þam ve Kahire’den, Asyut’tan, Üsküb’den, Kýrým’dan, Bakû’dan den, Yemen/ Hûs ve San’a’dan gelip Müslümanlarýn o zamanki dünya çapýndaki en büyük gücünü savunmak için þehîd olduklarýný yansýtan o mezar taþlarý karþýsýnda, biraz insafý ve iman hassasiyeti olan kimse ürperir herhalde.. O þehîdlikler, oralarda yatanlarýn, uðrunda can verdikleri inancýn Ýslâm olduðunu, -nice noksanlarýna raðmen, yine de- cihanþumûl bir Müslüman Devleti’ne baðlýlýklarýný anlatýyor, hâlen de...
O zaman o mü’min insanlar, Ýslam Yurdunu’nu savunmak için candan geçiyorlardý. Bu ülkenin adý Türkiye bile deðildi o zamanlar.. Buraya Türkiye (Turquie/ Turkey/ Türkei/ Turchia/ Turska) diyenler Müslüman dünyanýn dýþýndakiler idi.
Balkanlarda ise, yerli gayrimuslim halklar, kendi aralarýndan Müslüman olanlarý ‘türk oldular’ diye anlatýrlardý, tarih ve kültürlerinin galat bir isimlendirmesiyle.. Ýspanya /Endulus’de de, 700 yýl süren Müslüman hâkimiyeti döneminde, Müslüman olan yerlilere ‘arab oldular ’ denilirdi.
Biz Müslümanlar ise, hangi etnik kökenden olursak olalým; iman birliði dairesine girince ‘muslim/ müslüman’ ve de birbirimize ‘kardeþ’ oluyorduk.
Bu konuda, medyada da, yankýlandý ve Hürriyet’ten E. Özkök, ve HT’den de M. Bardakçý makaleler yazdýlar.
Filibe- Kýrcaali’li bir Balkan muhaciri ailenin çocuðu olan E. Özkök’ün alýnganlýk göstermesini de anlamak gerek.. Onun, Prof. Uysal’ý, bazýlarýnýn dýþlanmak istendiði endiþesiyle eleþtirdiði anlaþýlýyordu..
Ama, Özkök, ine de, ‘…sanmayýn ki, “türklüðüme” laf edildi diye söylüyorum bunu...
Öyle köken meraklýsý biri de deðilim.. (…) Çünkü insan tarafým kökenimden aðýr basar.. Türk olduðum için gurur duyarým, ama Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi olsaydým da gurur duyardým..’ gibi ilginç cümleler yazýyordu.
Özkök yazýsýnda, Balkan Müslümanlarý için, ‘Evlâd-ý Fâtihân’ ibaresini de kullanýyor ve ‘Kaybedilmiþ Osmanlý savaþlarýnýn çocuklarýyýz bizler hocam... Döndüðümüz yer en az sizinki kadar bizim de anavatanýmýzdýr.’ da diyordu. (Ki; bu idrak ve anlayýþýn, benzer durumda olanlarýn iç dünyasýna, etkili þekilde yansýmasýný temenni ederim.)
Ýslam açýsýndan ise, ‘ýrk, renk, etnik köken, cinsiyet, üzerinde doðulan coðrafya veya sosyal çevre, hiç birisi kiþinin elinde olmadýðýna göre, bunlarla gurur duyulmaz.’ Önemli olan, kiþinin, ‘sûreten deðil, sîreten, iç dünyasýnýn, ruhî dünyasýnýn yüksek insanî-ahlâkî deðerlerle donanmýþ olmasýdýr.
Nitekim, Kur’an-ý Kerîm’de, (Hucûrât S., 13’de) ‘Ýnne ekremekum indallahi etqaakum..’ (Sizin, Allah ýndinde en üstününüz, -Allah’ýn emirlerine aykýrý hareket etmekten- en çok sakýnanýzdýr..’ buyrulur.
Resul-i Ekrem (S) de Vedâ Haccý Hutbesi’nde, ‘Ey insanlar hepiniz, Âdem’in çocuklarýsýnýz, (Benî Âdem’siniz) ve hepiniz topraktansýnýz..’ buyurmuþtur.
Ezelî ve ebedî hakikat budur.