Müthiş bir haber.. Bir ‘ibret-i müessire’ levhası..
Amerika’nın en büyük uçak gemilerinden birisindeki 4 bin askeri, Büyük Okyanus’daki Guam Adası yakınlarında, ‘Coronavirus’ gücü tarafından ‘esir’ alınmış.. O adanın valisi orada ‘sağlık tesisi olmadığını’ söylüyor. Muazzam bir çelik yığını olan o dev uçak gemisi içinde de yokmuş öyle büyük bir kitleyi tedavi imkânı.. Şimdi bu virüs’ün ‘bulaştığı’ binlerce askerin nerede ve nasıl karaya çıkarılacağı bilinemiyor. Dünyanın en büyük maddî gücü olmakla övünen Amerikan İmparatorluğu, tıpkı Fir’avunlar gibi çaresiz ve güçsüz..
Amerikan Başkanı Trump, ‘Pearle Harbour Baskını’ndan da, 11 Eylûl 2001 Saldırısı’ndan da çok büyük ve görünmez orduların saldırısıyla karşı karşıyayız.’ diyor. Yanlış da değil..
Çünkü, B. Amerika içindeki insan kaybı 8 bine yaklaştı.. Bu gidişle İtalya ve İspanya’yı da geride bırakacak gibi.. 100 binin aşabileceğini yine Trump da söylüyor..
Bugünü anlamaya çalışırken, şu sualin cevabını vermek gerekiyor: Materyalist ve gücetapar dünya nerede hata yapmıştı?
Bütün geçmiş zamanların da ortak özellikleri vardır ya.. Miladî-16. Yüzyıl Avrupası’ndan, 500 yıl öncelerden bugünlere; geliniz, kısa bir tarih gezintisi yapalım..
500 yıl öncelerde, 1520’lerdeki Avrupa kıtasının, Almanya’da Martin Luther’in Papalık ve Katolik Kilisesi’nin tahakkümüne karşı başkaldırışının ortaya çıkardığı korkunç kanlı ‘mezheb savaşları’nın ateşinde kavruluşunu da hatırlayalım.
Köyler, şehirler, ülkeler mahvolmuştu. Kilise duvarları dibinde dev ateşler yakılıyor, demir dirgenlerin bedenlerine saplandığı ‘kâfir’ler, (yani, karşı mezhebden olanlar) kilisenin mazgal deliklerinden, aşağıdan yükselen alevler üzerine, canlı canlı uzatılıp yakılıyorlardı..
Bu tabloya açlık felâketi ve veba/ kolera salgını da tabloya eklenince.. Ve ölüleri defnedecek kimseler bile kalmadığından, cesedleri yemekten kedi büyüklüğüne ulaşmış fareler..
O dehşetli felâketlerin ardından gelişen insan aklı, kendisine zencir vuran yanlış inançlar odağı haline gelen Kilise’nin tahakkümünü kırmaya yönelmiş; ‘aydınlanma çağı’ dedikleri bir sürece girmiş ve sonunda da Sanayi Devrimi’ne erişilmiş; ‘buhar gücü’ ve ‘termo-dinamik kanunları’ keşfedilip, o döneme kadar görülmemiş şekilde; her alanda makineleşme ve üretim bolluğu ve o ürünler için oluşturulan tüketim pazarları ve de, silâhlanma yarışı..
Artık, Sanayi Devrimi, diğer dünyaları kendi gücüne teslim olmaya zorlamaya başlamıştı. Roma İmparatorluğu’nun geliştirdiği (Roma tipi Barış) demek olan ‘Pax Romana’nın formülü son derece sâde ve anlaşılırdı: ‘Teslim ol, barış olsun!.’
Bu kadar basit ve kolay!.
Ama, unutulan, insan’ın ‘ruh’u idi..
Bu durumda, makineleştikçe, materyalistleşen ve kapitalistleşen, paraya ve güce tapan bir dünya görüşünün patlak vermesi de kaçınılmazdı.. Çünkü, hayatlarını idame ettirmeye çalışan güçsüz kitleler de savunma mekanizmaları oluşturmaya çalışıyordu. Her ne kadar Avrupa’nın maddî gücü karşısında aşağılık duygusuna ve gücetaparlığa düşüldüğü de, bütün dünyada gözlenen bir acı gerçek idi..
Ve şimdi, o müthiş maddî güçler dünyasının, nükleer teknoloji, sun’î zekâ ve genetik vs. alanında, mükevvenâtın tabiî dengesini bozmaya kalkışmasına, mükevvenâtı kuran ‘ilâhî irade’nin ‘görünmez ordular’ı, ikaz mahiyetinde gerekli bir müdahalede bulunuyor da olabilir.
Bu, belki de, ‘yaratılmışların en üstünü’ olarak halkedilmiş olan ‘insan’ın kurtuluşu için de bir müdahaledir. Ve artık hiçbir şey eskisi olmayacağı ve gücetaparlığın iflâs ettiği açıktır.
Ve bu cihanşümul felâket, belki de, düşünmeyen ve haddini aşan, azan toplumlara acı bir ‘ilaç’ olacaktır.