İnsanlar arasında ırk, renk vs. üzerine yapılan bütün ayrımlara ‘hayır!'

Geçen gün, Müslümanların Afganistan'daki mücahedesinin en önde gelen isimlerinden Üstad Burhaneddin Rabbânî'nin şehadetinin 12. yılı münasebetiyle İstanbul-Ümraniye'de tertip olunan toplantıda söze başlarken, Muhammed İkbâl'in bir beytini okumuştum: 'Qalb-i mâ, ez Hind'u, Rûm'u Şâm nist.../ Merz'u bûm'u mâ, be'cüz' İslâm nist...' (Bizim kalbimizde, Hint, Rûm ve Şâm diyarlarının sevgisi yoktur... Bizim için İslâm'dan başka sınır da yoktur, vatan da...) Ve merhûm İkbâl, bir diğer beytinde de, 'Bizim millet anlayışımızın iki temel unsuru vardır, Vahdâniyet-i ilâhî ve Nübûvvet...

Biz Tevhîd Gülistanı'nda değişik renklerde açan güller ve değişik seslerde şakıyan bülbüller durumundayız. Bizim aramızda renk ve koku ayrımı yapmak haramdır. (...) Böyleyken ey Müslüman, Allah seni ancak Millet-i İslam veya Millet-i İbrahîm olarak isimlendirmişken, sen kendi içinden, 'Arap, Kürd, Türk, Fars, Peştun vs.' yüz tane 'millet' çıkardın!' diyordu.

Evet, Müslümanlar, Tevhîd potası içinde erimiş, kaynaşmış, kan ve ırk, soy-sop gibi zahîrî farklılıklardan arınıp, bir 'millet' olmuştur...

Hz. Peygamber (S), kendi kavminden, kendi oymağından, hattâ, -halen de Kur'an diliyle, lânetle anılan Ebû Leheb gibi- amcası ve diğer akrabalarıyla bile savaşırken, yanı başında, Habeşistan'dan -kalbi pırlanta gibi olan- siyah tenli Bilâl, Rûm diyarlarından Suheyb, Yemen diyarından Ebû Zer ve Fars (İran) diyarından Selman gibilerin önderliğindeki toplum kesimlerinden bir cihanşumûl Ümmet toplumunun ilk modelini oluşturuyordu. Ve Vedâ Haccı Hutbesi'nde de, 'Ey Araplar, ey Mekkeliler, ey Kureyşliler! ' değil; 'Ey insanlar... Hepiniz, Benî Âdem'siniz, Âdem'in çocuklarısınız... Âdem ise topraktandır...' sözleriyle, yolumuzu aydınlatıyor; maddî varlığımızı eşitliyordu.

Dahası, Hz. Peygamber, Habeşli o pırlanta kalpli Bilâl'e, 'zenci kadının çocuğu' diye hitap eden bir sahabesinin olduğunu duyunca onu, 'Ey (...filân) sende hâlâ câhiliye döneminden kalıntılar görüyorum, beynini bunlardan temizle...' diye ikaz etmiştir..

*

Evet, hepimiz, aynı çamurdanız... Sûreten insanız ama sîreten (rûhen- manevî olarak) insan olmak... Evet, asıl mesele bu...

Siyah derili bir Müslüman, Türkçeyi de iyi öğrenmiş, bir videoda, gönül kırgınlığını, 'Şikayetiniz, nedendir veya kimdendir; boyadan mı rahatsızsınız, boyacıdan mı?' diye ifade ediyordu... Evet, derisinin rengi siyah olan bu gönlü kırılmış güzel insanı dinlerken, kahroldum...

Anadolu'nun iç aydınlığı olan Yûnus Emre'miz 850-900 yıl öncelerden ne diyordu:

'Gönül Allah'ın tahtı...

Allah gönüle baktı...

İki cihan bedbahttı,

Kim gönül yıkar ise...

Evet, Allah'u Teâlâ, her insanın kalbini taht edinmiştir.

Bir insanın gönlünü, kalbini haksız yere kıran, gerçekte Allah-u Teâlâ'nın o insanın içindeki 'ilâhî taht'ı yıkmıştır...

*

Böyleyken, sadece bugünün değil, ilk Müslümanlardan bile nicelerinin içinde bile, bu konuda, daha Hz. Peygamber'in rıhletinden, dünya hayatından ayrılışından 10 sene geçmemişken, insanlarda kabileci, kavmiyetçi duygular yeniden yeşermeye başlamıştır. Hattâ o kadar ki, Arap olmayan bazı topluluklar, Hz. Ömer döneminde, gruplar halinde Müslüman olmak istediklerinde, bazıları, Hz. Ömer'i, 'Onlar, (Müslüman toplumunda), gayrimüslim olarak ve 'zimmî' statüsünde yaşarken vermek zorunda oldukları ek vergiden kurtulmak için Müslüman oluyorlar, onları reddedin!..' diye etkilemeye çalışmışlar ve amma o büyük Müslüman önderin, onlara, 'Ben Beytülmâl'i âdilâne şekilde yönetmekle mükellefim, ama, hedefim, her nasıl olursa olsun Beytülmal'i zenginleştirmek değil!.' diye karşılık verdiği rivayeti meşhurdur...

Evet, İslam Milleti, tarih boyunca nice firavunları ve onların düzenlerini, nice Haçlı Seferleri'ni, nice Moğol İstilaları'nı atlatmış, nice kapitalist-komünist, laik-şahısperest sistemleri, tamamen olmasa bile, yine de etkisiz hale getirip hayatta kalmayı başarmış ve amma 'kavmiyetçilik', belâsını ilk asırlardan beri bertaraf etmekte aynı başarıyı gösterememiştir.

*

Bizler Müslüman olarak, bütün insanlar için ancak, Kur'an'ın hükümlerine göre bir ayrım yapabiliriz... İyi-kötü, hayır-şer, doğru-eğri gibi... Ve bunun ölçülerini de ancak İslam belirler... 'İnne ekremekum indellahi etqaakum.../ Üstünlük, ancak Allah'ın emir ve yasaklarına göre hareket etmekle belirlenir.

Bunun dışında, başka inançtan olsalar dahi, insanları insanlık haysiyeti dışına itmek hak ve yetkimiz yoktur...

*

Ve...

Cumhurbaşkanı Tayyip Bey'e, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya ve Diyanet Başkanı Ali Erbaş'a âcil mâruzâtımdır:

'Düzensiz göçmenleri kontrol edelim' derken, güvenlik güçlerinin, hattâ İstanbul'da üniversitede okuyan yabancı öğrencileri bile kontrolden geçirirken, onlara sadece kaba değil, ahlâksız kelimelerle; 'Gidin kendi memleketinize, niye geldiniz buraya?' diye Afrika, Hint Alt Kıtası, Orta Asya ve Arap ülkelerinden pek çok genç insanın tâciz edildikleri gibi ahlâksızca davranışlara muhatab olduklarından dolayı ağlayan kimselerle bile karşılaşıyorum.

Bu, ırkçılık ifritini bilirim... Almanya'da duvarlarda, 'Türken Raus!.. (Türkler Defolun!') şeklindeki yazıları okuyan çocukların daha okula giderken, dünyaları daha bir kararıp ağladıklarına çok şahit olmuştum.

Bu çağrım, son derece âcildir. Güvenlik güçlerinin açıkça ikaz olunması ve böyle davrananların derhal işlerine son verileceğinin ve haklarında işlem yapılacağının medya aracılığıyla kamuoyuna duyurulması gerekmektedir. Dikkatli ve rikkatli her Müslümanı derinden rencide eden bu tablo, hele de 'Erdoğan Türkiyesi'ne asla yakışmamaktadır...

*