Kitap ruhumuzdaki donmuþ denizleri kýracak bir buz baltasý olmalýdýr” demiþ Franz Kafka. “Eðer okuduðumuz edebiyat bizi uyandýrmýyorsa neden okuyalým ki?” sorusunu sorduktan sonra. Kafka bunu fark ettiði için mi okudukça okuyasýnýz gelen, ilk kez bir kitabýný okuyunca hemen diðerlerini de koþup aldýðýnýz, edebiyatta kendi kanonunu, kitaplýðýmýzda kendi köþesini yaratmýþ yazarlardan biridir dersiniz?
Kafka ya da Matsuo Baþo, Dostoyevski ya da Goethe, Shakespeare ya da Ömer Hayyam, Wislawa Szymborska ya da Sait Faik... Ve içlerine gömülmek isteyeceðimiz daha binlerce kitabýn yazarý var bize okuma hazzýný armaðan eden.
Etrafta olup bitenleri fark etmeyecek, biri seslense duymayacak, zamaný unutacak, telefon çalsa yerimizden sýçrayacak kadar dalýp giderek kitap okumak ne büyük bir zevktir! Elimizdeki kitap, harflerden bulutlar üzerine yattýðýmýz; her göz kýrpýþýmýzda bir sözcüðün; her nefes alýþýmýzda bir sözün oluþtuðu baþka bir boyuta kapý açmýþtýr sanki! Edebiyatýn boyutu... Zihnimiz her bir köþesi çalýþmakta, düþünmeye, düþ kurmaya yönelik bir enerji üretmektedir o boyutta! Kafka’nýn buz baltasý budur, sanýrým. Ruhumuzun dertler ve kaygýlarla, kayýplar ve ayrýlýklarla donmuþ denizlerini böyle kýrar kitaplar! Edebiyatçýnýn bilgeliðini ve yeteneðini, deneyim ve birikim rüzgarlarýyla döndürdüðü düþgücü deðirmeninde öðütmesinden çýkan kitaplar!
***
Hayatý her türlü ekran baþýnda, sinema perdesi, televizyon, bilgisayar karþýsýnda geçen biriyim. Bana sýk sýk nasýl o kadar çok film izleyebildiðimi sorarlar. Film izlemek benim için bir tutku. Kimse bir festivale gidip 10 gün boyunca sabahýn sekizinden geceyarýsýna kadar salonlara kapanýp art arda beþ filmi sýrf iþ için izleyemez. Her hafta kargoyla gönderilen onlarca DVD arasýndan festivallere film seçemez ya da bir ödül için deðerlendirme yapamaz. Eleþtirmenlik, festival programcýlýðý gibi film izlemeye dayalý iþler dayanýklýlýk ve sabýr deðil sevgi ister.
Filmlerin bütün zamanýmý iþgal ettiði bu hayat, bir baþka tutkumu bastýrdý, baskýladý, öteledi, itti ne yazýk ki... Aralýksýz okumayý nasýl özlüyorum! Bir kitabý günler geceler boyu elimden býrakamadan, yemek yerken masaya koyarak, bir taþýtta oturunca hemen çantamdan çýkararak... Boynumun, kollarýmýn, gözlerimin daha saðlýklý olduðu günlerde sinemada film baþlamadan önceki birkaç dakikada bir sayfa okumayý bile kar sayarak! En fenasý da akþam yatmadan önce mutlaka birkaç þiir okumanýn yerini filmlerle sýký rekabete giriþen Amerikan dizilerinden birini izlemenin almasý oldu! Baþucumda duran külçe gibi Seamus Heaney toplu þiirlerinden birini deðil de bir CSI bölümünü izlemek artýk sevgiyi, tutkuyu aþýp mesleki deformasyona girer sanýrým.
Okumak istediðim kitaplar çoktandýr sadeleþtirmeye, daha azýný elde tutup daha çoðunu paylaþmaya gayret ettiðim kütüphanemin raflarýnýn önünde birbiri üstüne yýðýlýp beni bekliyor. Önümdeki bilgisayardan kafamý kaldýrýp televizyon ekranýna döndürmeden önce gözüm onlara takýlýyor bir vicdan sýzýsýyla...
Kendi standartlarýmda uzun bir tatil yapýp o tatil boyunca gazete yazýlarým dýþýnda beynimi dinlendirdim. Bu arada “hiç” film izlemeyince kitap okumanýn tadýný daha bir çýkardým. Kitaplar onlarý nasýl okuyacaðýmýzý da empoze eder bize. Kimi bir solukta kimi döne döne okunur. Müge Ýplikçi’nin “Civan”ýný örneðin hangi ara bitiriverdim, ben de anlamadým. Gözlerimden içeri akýverdi sanki! O ne “canlý” bir kitaptý! Sosyolojisiyle, psikolojisiyle, siyasetiyle, polisiyesiyle nasýl zengindi! Murathan Mungan’ýn “Þairin Romaný” ise bayýldýðým o cümlelerini tekrar tekrar okutuyor bana, onlarý yavaþ yavaþ çiðneyip tatlarýný çýkartýyorum. Mungan’ýn yarattýðý alem edebiyat boyutunun ta kendisi oluyor benim için.
Yeniden ekran baþýna dönüyorum dönmesine ama kendime en azýndan kahvaltýda ve uykudan önce kitap okumayý ihmal etmeme sözü vererek!