Kadrosuzluktan “liberalmiş gibi” yapan “eski Marksist, yeni Kemalist” ağabeylere kırgınım.
Daha doğrusu, artık saygı duymuyorum.
Belli bir “değere” sahip olabilirler.
Mümkündür...
Saygın değiller ama...
İthamımı haksız bulabilirsiniz, “Kemalist” yakıştırmasının ağır kaçtığını düşünebilirsiniz... “Kemalizm” burada (hadi biraz da eski TDK Türkçesiyle konuşalım), “seçkinci bir tasavvuru” imliyor.
Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdikleriyle ontolojik bir kopuş içinde olduklarını söyleyen bu ağabeylerimiz, “öteki” (ya da “ötekinin iktidarı”) söz konusu olduğunda, anında “fabrika ayarlarına” dönüyor... Tavırları, duruşları ve siyaset etme biçimleriyle süzülmüş bir Cumhuriyet aydını olup çıkıyorlar...
İsimleri lazım değil.
Kim olduklarını biliyorsunuz.
Düne kadar, hem “sivilleşmeye”, hem de “Kürt meselesine” hamilik yapan ağabeylerimiz bunlar.
İlginçtir (hakikaten çok ilginç), “kalıcı barış bu topraklara gelmeden hiçbir meselemizi çözemeyeceğimizi” söyleyen ve kitleleri buna inandıran bu ağabeylerimiz, “çözüm süreci”başlayınca, liberal ve demokrat bünyelerinden egosantrik bir kişilik çıkardılar. Bambaşka insanlar haline geldiler...
Biri dağa çıktı...
Köyleri, mezraları dolaştı... “Devlet Kürtleri satacak” tezine taraftar bulmak ve kendisine danışılmadan ilerleyen sürecin altını boşaltmak için, neredeyse elinden gelen her melaneti sergiledi...
Diğeri, “Kürt dostu” görünerek, mütemadiyen çözüm sürecini itibarsızlaştıran yazılar yazdı.
Doymadı, bir daha yazdı.
Doymadı, bir daha...
Bir daha...
Kaç aydır aynı şeyleri yazıyor ve kendisini eleştirenleri “aymazlıkla, dar kafalılıkla, provokatörlükle, hedef göstermekle” suçluyor.
Efendim, aslında çözüm sürecine karşı değillermiş.
Bazı “devşirme” yazarlar, “Falanca liberaller aylardır çözüm sürecini itibarsızlaştıran yazılar yazıyor” diyerek, hem kamuoyunda yanlış bir algı yaratıyorlarmış, hem de kendilerini hedef gösteriyorlarmış.
Karşı oldukları şey, “İslam kardeşliği” vurgusuymuş...
Çünkü Kürt meselesi böyle çözülemezmiş. (Kürtlerle Türkleri kardeş kılan en önemli vasat, sadece “İslamofobik” Batılıları değil, bazı yerli müsteşrikleri de rahatsız ediyor gördüğünüz gibi. Nedense öfkeleri iki yüzyıldır dinmiyor.)
Başbakan “İslam kardeşliği” vurgusunu öne çıkararak, başka bir tehlikeye kapı aralıyormuş.
Hem, demokrasi olmadan, barış mı olurmuş?
Önce demokratikleşmemizi tamamlamalıymışız, sonra barış konusunu ele almalıymışız.
Böyle şeyler yazıyorlar...
Sanki eskiden Anglo-Sakson demokrasisine sahiptik de, siyasi iktidar bundan sapma gösterdiği için liberallerimiz çözümü “demokratikleşme şartına” bağlıyor.
Hem kötü niyetliler, hem kurnazlar.
Hem de “gerçek duygusunu” yitirmiş durumdalar.
Çıkıp insan gibi, “Barış olmasın... Kan akmaya devam etsin!” deseler, daha saygın olacaklar.
Demiyorlar, diyemiyorlar...
Kurnazlık yapıp, “Demokrasi olmadan barış olmaz” bahanesinin arkasına sığınıyorlar... (“Demokrasi olmadan barış olmaz” demek, “barış hiç olmasın” demektir, “savaş sürsün” demektir, “kan akmaya devam etsin” demektir.)
Fakat üzülmeyin...
Bakarsınız barış tesis edilir, “demokratikleşme” sağlanır, doğru dürüst bir anayasaya kavuşuruz, “eleman”ın biri çıkıp “Kimse Kızmasın, Yine Kendimi Yazdım” diye bir kitap yazar.
Belli mi olur!