Ýnsanlýk onuru iþkenceyi yenecek!

Sol çevrelerin sýk kullandýðý ve literatüre hediye ettiði bu slogan; Türkiye’de birçok farklý maðduriyetin bir tercümesi oldu yýllarca. Daha geriye gitmeye gerek yok, özellikle 1990’larda. Bir kaç yýl önce, Ýstanbul’da, Kültür Bakanlýðýnýn restore ettiði bir bina açýlýþý sýrasýnda da ayný slogan gündeme geldi. Yetmiþine yaklaþmýþ kiþilerden oluþan küçük bir grup emekli solcu, geçen yüzyýldan beri demokratik yollarla seçildiði sendikaya baþkanlýk yapan bir ismin liderliðinde protesto yapmak istiyorlardý. 

Açýlýþý yapýlacak olan binada, 1970’lerde bazý arkadaþlarýnýn iþkence gördüðünü, dolayýsýyla da bugün yapýlacak törene izin vermeyeceklerini söylüyorlardý. Sýradan bir açýlýþ olduðundan bakanýn gelmesini bekleyen bir polisten baþkasý da etrafta görünmüyordu. Yirmili yaþlardaki polis, doðumundan yaþý kadar önce olan bir olayý kendisine anlatmaya çalýþan, muhtemelen babasýndan da yaþlý grubu anlamsýz gözlerle dinliyordu. Bakanýn yaklaþtýðý bilgisi gelince, zaten ne istediklerini anlamadýðý 15-20 kiþilik gruba doðru yönelerek daðýlmalarýný söyledi. Ne olduysa o anda oldu. Bütün bir grup hep bir aðýzdan ‘insanlýk onuru iþkenceyi yenecek’ diye haykýrmaya baþladý. Þaþkýna dönen genç polis bu sefer sinirle baðýrarak, sendika liderine, ‘amca ne iþkencesi, kim iþkence yapýyor?’ diye sordu. Grup daha ikinci kez sloganý tekrarlayamadan kendi kendine bir anda sustu.

Genç polis iki þey yapmýþtý. Sloganý üzerine alýnmýþtý ve 1970’lerden 2010’lara hýzlý bir þekilde gelmiþti. Zarar vermediði bir grup yaþlý adamýn kendisine iþkenceci demesine safça itiraz etmiþti. Bu itiraz karþýsýnda grup ne diyeceðini þaþýrmýþ, içine düþtükleri derin anakronizm mahcubiyetini belki de fark ettikleri için sükut etmiþlerdi. Benzer bir krizi son bir kaç yýldýr aydýnlarýn büyük bir kýsmý da yaþýyor. Ýþin hazin yaný, protestocu yaþlý grup gibi susmak yerine çok daha fazla baðýrmayý tercih ediyorlar. Türkiye’nin ‘bir dikta rejimi tarafýndan yönetildiðini, nefes almanýn mümkün olmadýðýný, her türlü temel hakkýn ihlal edildiðini, totalitarizmin envaý çeþidinin arzý endam ettiðini, otoyollarýn bile katliam için yapýldýðýný, tek adam zulmünün arþa ulaþtýðýný, deðiþtirilebilir siyasi iktidarýn deðiþtirilemeyen bürokrasi üzerindeki her türlü tasarrufunun ceberut bir devletin inþasý olduðunu, egemenlik tartýþmasýndan sadýr olan neticelerin vahþi hakimiyet stratejileri’ olduðunu dillendiriyorlar.

Bütün bunlarý, bir ‘diktatörlük olan ülkemizde’ matbu medyanýn yüzde yetmiþ tirajýný oluþturan gazetelerinde hemen her gün okumak mümkün. Hal bu olunca da iþkenceler altýnda inleyen entelijansýya feryatlarýnýn göðü delmesinden daha doðal bir durum olamaz. Mezkur kalem sahibi güruhun, özellikle sonradan görme liberalleri ise son dönem en fazla feryat edenlerden. Geçmiþte sol veya milliyetçi gelenekten gelen bu isimlerin kalemlerinden jenerik tespitlerin önderliðinde, içerik, maddi bilgi ve reel durum yükünden kurtulmuþ depresif satýrlardan ve hakaretlerden baþka bir þey çýkmaz oldu. Sinekten yað çýkarýrcasýna, hemen her durumdan kendi paylarýna düþen ‘bir iþkence sahnesi’ bulma konusunda oldukça mahirler. Malum yumurta bile þiddet olmadan kýrýlmayacaðýna göre, Erdoðan merkezli yaþadýklarý konforlu entelektüel dünyada, ‘iþkence delili olacak bir þiddet’ bulmakta zorluk da çekmiyorlar.

Artýk hýzla siyasal mazoþizme doðru yol alan bu durumu, Rabia’nýn karþýsýna konumlandýrdýklarý öðrendiðimiz ‘Taksim’de ruh arama’ seanslarýyla taçlandýracaklarýný ilan ettiler. Bunun da ‘yerli bir duruþ, sahici bir arayýþ’ olduðuna kendilerini inandýrmak istiyorlar. Telaþa gerek yok. Yüzyýllardýr Taksim’in, memleketin her anlamda vasatýný ve en yerli halini temsil ettiðine dair hiçbir þüphemiz bulunmuyor. Türkiye’nin her kahvehanesinde Rabia’dan bir simaya denk gelmezsiniz ama Taksim’den en az birkaç kiþiye muhakkak denk gelirsiniz zaten. Þimdiden kolay gelsin demek lazým.