İntegral alamayan bacımı dövdüler!

Başlıktaki bu çok ayıplı cümle bana ait değil. ODTÜ mezuniyet töreninde bir grup öğrencinin “orantısız zeka”larını ispatlamak için düşünüp taşınıp buldukları ve 28 Şubat’ın kokuşmuş ruhunu Gezi’de diriltmeye çalışan ablalarından ağabeylerinden “aferin” alabilmek için, gururla taşıdıkları bir afişten alındı.

Alaya alarak anıştırdıkları olay, Kabataş’ta kendilerinden sadece bir kaç yaş büyük genç bir kadının, bebeği yanındayken yaşadığı, tekrar dahi etmek istemediğim insanlık dışı bir olaydı ama onlar için bunun hiç bir önemi yoktu.

Değil mi ki tüm zamanların en harika kuşağıydı onlar, zekaları, mizah güçleri, dayanışma ruhlarıyla diktatörlükle yönetilen bir düzene karşı “diren”mişlerdi, pekala genç bir kadının yasadığı feci bir olayı da mizahlarına meze edebilirlerdi. Levent Kırca ile aynı ahlak ve zeka seviyesinde, dipsiz bir vicdansızlıkta buluşmuş olmaları basit bir tesadüf değil zamanın eşine az rastlanır kusturucu bir tekrar anıydı.

Ne nefretmiş ama!

Son bir ayda yan yana gelebilenlerin, yükselen hassasiyetlerin, “diren”ilen meselelerin çokluğuna bakınca, onu bir nefret objesine dönüştürmek isteyenlerin de, güçlü bir duygudaşlıkla gönülden bağlı olanların da, icraat ve ideallerini nesnel bir gözle değerlendirebilenlerin de Başbakan Erdoğan’a büyük bir minnet borcu olduğu açıkça görülüyor.

Gezi eylem bileşenlerinin siyasi, sosyolojik, ideolojik kimi farklılıkları olsa da bu bir araya gelişin temel motivasyonu şüphesiz ne ağaç, ne özel hayata saygı beklentisiydi; tek kelimeyle Tayyibofobiydi.

Bu nefret sayesindedir ki, bugüne dek hemen hiç bir toplumsal meselede inisiyatif almamış, yahut bilakis pek çok sorunun bizzat üreticisi, sürdürücüsü olmuş kesimler; Ceylan Önkol’un paramparça, Uğur Kaymaz’ın delik deşik olmasına kırılan tırnakları kadar üzülmeyenler bugün sırf Tayyip Erdoğan’a muhalefet olsun diye ondan daha fazla Kürt dostu, daha çözüm yanlısı, daha demokrat, daha liberal, daha fazla insan hakları savunucusu falan oldu çıktı.

“Diren”me, “durma” ver!

Bakmayın siz son aya kadar faşist, Kemalist, ırkçı, ayrımcı, seçkinci, vesayetçi vesaire olduklarına. Bakın an itibariyle Türkiye’de herkes özgürlük ve demokrasi istiyor, hayal dahi edilemeyecek kadar çözümü destekliyor.

Tek sorunumuz var, Recep Tayyip Erdoğan! Çünkü üslubu sert biraz. Hem çok hem keskin konuşuyor, kimseye eyvallah etmiyor. Üstelik girdiği her seçimden açık ara birinci çıkmak gibi affedilmez bir suçu var. Sandık her şey demek değil o yüzden. O yüzden durmasın yıkılsın bu düzen!

Ama durun! Sanki bir çıkış yolu var gibi: Madem her şey Erdoğan’ın iki dudağı arasında, durmasın bahşediversin canım o da şu istenenleri. Bu kadar da diktatör olunmaz ki! Mesela daha düne kadar “en iyi Kürt ölü Kürttür” suç cümlesini şiar edinmiş ulusalcıları, ani bir refleksle “diren Lice” diye yürüyen Bağdat Caddesini lütfen kırmasın, yüzde 15 çekilmeye falan da takılmayıp PKK ne istiyorsa veriversin. Değil mi ki o, Bağdat Caddesinin de Başbakanı.