IRA tecrübesi de gösteriyor ki; PKK çıplak!

Dünyanın başka yerlerinde de etnik-dini-mezhebi temelli, çözülmüş ya da süren çatışmalar var. Bu sorun ilk kez Türkiye’nin başına gelmedi yani.

Ama ilk kez Türkiye’deki “etnik iddialı terör”, dünya örneklerinden farklılaşarak “etno-politik” tabanını kaybetti. Bu nedenle, insan öldürerek siyaset yapma siyasetini sürdürebilmek için PKK başka ülke istihbaratlarının silahına ve talimatına talim etmekte. PKK’nın tepe ismi Cemil Bayık’ın on gün önce Times’a kurduğu cümle malumu ilan ediyor: “Hedefimiz Erdoğan”.

80’lerin başında ve 90’larda -yanlış ve hoyrat devlet uygulamaları nedeniyle- Kürtlerin hak ve özgürlüklerini anarak kendine bir anlamda “meşruiyet” devşiren ve kitleselleşme imkanı bulan PKK’nın bugün ne Kürtlerin haklarıyla ne Kürtçenin özgürlüğüyle ilgisi var.

Zaten Türkiye devleti ve hakim siyaseti bu konuda paradigma değiştirdiği, Türkiye toplumu çözüme açık ve güçlü destek verdiği için buharlaştı Kürt sorunu.

Geriye kala kala çıplak bir “terör örgütü” kaldı.

Başkalarının menfaatine Türkiye’de iktidar değişsin diye asker polis sivil öldüren, 40 kiloluk kara kavruk Kürt çocuklarını hendekte barikatta ziyan eden, Kürt şehirlerini yakıp deşen, Kürtleri kendi vatanlarında mülteci durumuna düşüren bir PKK bu.

Ne uğruna heba etti peki yüzyılın ardından ilk kez bu kadar yükselen çözüm imkânını PKK?

Kürt nüfusu ve haliyle Kürt sorunu olan bölgedeki dört ülke arasında meselesini sivil siyasi yollarla demokrasi ve hukuk içinde çözmek isteyen tek ülke Türkiye iken hem de.

Bir seçim yaptı PKK. Masada söz verdiği halde sınır dışına çıkmadı, silah bırakmadı ve dünya örneklerinin aksine çocukları silahlandırdı, bölgeyi işgale kalktı.

Sahte bir yanılsamaya dayanarak ABD ve Rusya’nın, bazı AB ülkelerinin, İran ve Esed’in lojistik ve diplomatik desteğiyle Türkiye’ye saldırıyor. Elbette bunun bir karşılığı olacak.

Böyle bir noktada, meşru egemenlik haklarını kullanan ve vatandaşlarının güvenliğini sağlamak, hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlü bir devletin şiddeti siyaset aracı olarak kullanan ve silah bırakmak yerine elindeki silahı muhatabının alnına dayamaya kalkan bir terör örgütü ile konuşmasını beklemek ne rasyoneldir, ne hakkaniyetlidir.

Önce o silah inecek. Katil katilliğini bilecek. Cinayeti örtbas etmek isteyenler, masaya değil ancak davaya “cinayet ortağı” olarak dahil edilecek.

Birleşik Krallığa bağlı Kuzey İrlanda’da ve İrlanda Cumhuriyeti’nde IRA sürecinde yer almış isimlerle görüştüğümüzde bu gerçek daha da pekişiyor.

Dublin ve Belfast’ta dinlediğimiz IRA mensuplarının, eski mahkumların hepsi aynı şeyi anlattı: “Fikirlerimizle siyaseti etkileyebilme imkanı doğduğunda ve görüşmeler başladığında silah artık anlamını kaybetmişti. İnsanımıza zarar vermeyi istemiyorduk. Bir silah ya da bomba patladığında ne İngiltere’ye ne IRA’ya bir şey olmuyordu. Ama insanlar ölüyordu. Bunu değil konuşmayı seçtik ve kendimizi barış dönemine hazırladık. Çocuklarının böyle yaşamasını kim ister ki?”

PKK-HDP hattı ise tersini yaptı. Kendilerini, çocukları, gençleri barışa hazırlamak terine YDGH’yı kurup çocukların eline silah verdi.

Barış fikrinin/idealinin araçsallaştırıldığı bir durumu yaşıyoruz Türkiye’de. İlan ettiği üzere PKK’nın hedefi doğrudan Erdoğan. “Seni başkan yaptırmayacağız” mottosuyla seçime giden HDP’yi anmaya gerek yok burada. Netice de sahibinin sesi konumunda. Ama CHP’yi analım. PKK’dan gelen işbirliği tekliflerine bu kadar açık olması bile büyük bir utanç vesilesi olmalı “TC’nin kurucu partisi” için.

Velhasıl -silah bıraktığı değil terör yaptığı bir dönemde- PKK, iktidar partisiyle, seçilmiş yetkilendirilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan’la rekabet etmek için Türkiye ana muhalefet partisine çağrı yapıyor. Bu da IRA sürecinde olmayan bir durum. Hayırlı Cuma / Good Friday’a giden süreçte muhalefet IRA’nın değil hükümetin ve Tony Blair’in yanındaydı çünkü.