Son haftalarda sýk sýk sözü geçen Sykes-Picot Anlaþmasý’na dâir kýsaca birkaç bilgi vererek asýl mevzûuma girmek istiyorum:
1916 Yýlý’nda alelacele bu anlaþmayý hazýrlayan bir Ýngiliz ve Fransýzýn soyadlarýyla anýlan bu metin, Savaþ, Ýngiliz ve Fransýzlarýn zaferiyle bittikden sonra Türkiye’nin nasýl anasýnýn belleneceði konusunu “saðlam” kazýða baðlýyordu.
Buna göre Türkiye adý altýnda “yaþamasýna” (!) izin verilecek sözümona devletin sýnýrlarý sâdece Orta Anadolu’daki ve Sinop’un iki yanýna uzanan Karadeniz’deki birkaç vilâyet ile Kocaeli’nin güneyinden Ege’ye açýlan ufacýk bir pencereden ibâret kalacakdý.Güneyde Ýtalya’ya bile koskoca bir bölge (Antalya dâhil!) armaðan ediliyordu. Çünki Ýtalya, baþýnda bizlerle ittifâk hâlinde olduðu halde sonra kalleþlik ederek Ýngilizlerin safýnda bize karþý savaþmýþdý.
Âferin onlara!!!
O sýralar hâlâ kýsm-ý âzamýna sâhib bulunduðumuz Arab Yarýmadasý ile Doðu vilâyetlerimiz de elimizden alýnacakdý. Adapazarý’ndan baþlayýp bütün Balkan vilâyetlerimiza kadar uzanan bölge ise -tabii Ýstanbul da dâhil olmak üzere!- güme gidiyordu.
Kýsacasý Rumeli’nden (Avrupa’dan) tamâmiyle atýlýyor Anadolu’da bugün zorbelâ sâhib olabildiðimiz topraklarýn da üçde birinden ufak bir bölgeye sýkýþtýrýlýyorduk.
Ege Adalarý ve Kýbrýs da zâten artýk çerez kabîlinden lokmalardý.
Kaldý ki Kýbrýs zâten 1871’den bu yana “muvakkaten”(!) Ýngiliz “himâyesi”nde (!) idi.
1924 Lausanne Andlaþmasý ile biz, Antakya (Hatay) hâriç, þimdiki sýnýrlarýmýzýn gerisine çekildik. Müteâkýben Antakya’yý “officiellement” Kuzey Kýbrýs’ý da “pratiquement” geri aldýk.
Ama Balkanlar’da (Batý Trakya ve Güney Makedonya) ile Arab Yarýmadasý’nýn Arab olmayan kuzey kesimlerindeki normal politik sýnýrlarýmýza ulaþamadýk.
Oralarý Ýngiliz ve Fransýzlar 1945’den sonra sözümona “baðýmsýzlýk” ihsânýyla tahsîn kýldýlar...
Kýldýlar ama bunu yaparken öyle hokkabazlýklar eylediler ki ortaya birtakým ucûbe “entité”ler çýkdý.
Irak da Sûriye de Ürdün de Lübnan da ve nihâyet üzerine tüy dikmek için Ýsrâil de böyle gayrýtabii, nasýl söylesek, “þeyler”dir.
Þimdi bunlarýn acýsý çýkýyor.
Ama bu henüz baþlangýç!
Bakýnýz, Batýlý “dostlar” 1900-1914 arasý Türkiye’den Bulgaristan (Þarkî Rumeli dâhil!), Mýsýr, Sûdan, Bosna-Hersek, Kýbrýs, Girit, Sisam, demin bahsetdiðim, Basra Körfezi’ne kadar Arabistan, Libya, Arnavutluk, Kosova, Yenipazar Sancaðý, Epir, Makedonya, Batý Trakya ve Doðu Ege Adalarý’ný kopardý.
Oysa onlar olmasaydý Türkiye kendi Ýmparatorluðu’nu, týpký Ýngiltere’nin Ýkinci Dünyâ Savaþý’ndan sonra yapdýðý üzere, tedrîcen ve barýþ içinde bizzat tasfiye edecek ve sonra kurulan “Commonwealth” (Ýngiliz Milletler Toplulðu)’ndan onyýllar önce kendi “Türk” yâhut “Osmanlý Milletler Câmiâsý”ný kurmuþ olacakdý.
Nitekim Cennetmekân Sultan II. Abdülhamîd, daha 1890’larda bunun hazýrlýklarýna baþlamýþdý.
Nitekim onun emriyle kurulan “Kabîle Mektebleri”nde, Güneydeki Türk olmayan Müslüman vilâyetlerinden seçilen yetenekli gençler, istikbâlin kaymakamlarý, vâlîleri, kumandanlarý vs. olmak üzere Pâyitaht’a alýnarak eðitim görmeye baþlamýþlardý.
Onun yerine Ortadoðu’yu bir gayyâ kuyusuna çeviren bir kerhâne düzeni kurdular.
Oysa oralarda 1516-1917 arasý tam 401 yýl barýþ (Pax Ottomanica!) hüküm sürmüþdü!
Artýk bu salaþ kerhâne de yýkýlýyor.
Önümüzdeki senelerde Önasya’nýn haritasýnda fevkalâde önemli ve derinlemesine deðiþiklikler olacaðýný ileri sürmek bence kehânet sayýlmasa gerek.
Þâyet Türkiye bu yeni ve muhtemelen nihâî “þekillendirme”de aktif ve en ön planda yer alamaz ise kendi varlýðýný dahî tehlikeye sokacak birtakým geliþmelere çanak tutmuþ olur.
Bu yalýn ve vurucu hakýykati sâdece Türk asýllý Türklerin deðil Kürd asýllý Türklerin de idrâk etmesinde hayâtî bir zarûret vardýr.
Hoplayýp raksettire ettire jandarmaya taþ sallamakla bu iþler yürümüyor.
Adama/Kadýna derler ki yaþýndan utan!