İran gücünü mü artırıyor, gücünü mü paylaşıyor?

IŞİD, El Nusra ve El Kaide çizgisindeki örgütlerin Irak’ta güçlenmesinin en fazla İran’a yaradığı yolunda bir tartışma var.

Adı geçen örgütlerin Esad ve Maliki yönetimlerinin güçlerini korumalarını, Şii ekseninde safların sıkıştırılmasını, Hizbullah ya da Kudüs Ordusu gibi kuruluşların çatışmalarda saf tutmasını teşvik ettiği söylenebilir. Bu durumun ilk bakışta İran’a avantaj sağladığı da ileri sürülebilir; ancak bu bugün öne çıkan görüntü. Madalyonun bir de öteki tarafı var.

Adı geçen örgütler yoluyla Afganistan’dan Libya’ya kadar, Afrika’nın da bir kısmını içine alan bölgede kalın ve geniş bir hat kuruluyor. Bu hat, Şiileri içine dahil etmeyen bir hat. Söz konusu haritadaki en kritik yer ise, Irak’ın güneyi; yani Şii çoğunluğun yaşadığı petrol zengini stratejik bölge. Gelişmeler nasıl olur bilinmez ama, İran keskin tavırlar alırsa bu bölgenin kendi etkisinde kalmasına izin vermeyecek çok sayıda oyuncu var gibi.

İran’ın yeni politikaları, bu riski gördüğüne işaret ediyor. Bölgedeki  mücadelede kendi başına veya sadece Rusya desteği ile davranması halinde, ‘Kırım rövanşı’nın Suriye ve Irak’ta hayata geçeceğini görüyor gibi.

Risk ve tercihler

İran, sert ve yayılmacı politika uygulamaya devam ederse, Şii nüfusu üzerindeki etkisi kesilmez ama muhtemelen buralardaki rejimlerle bağlarının kesilmesi için epeyce uğraşılır ve muhtemelen de işe Maliki ile başlanır.

Öte yandan Irak Kürtlerinin güçlenmesi ve daha caydırıcı bir konum kazanmaları ile nükleer krizinin yeniden canlandırılması ve bu yolla İran’ın yeniden bölgesine hapsolma riskleri de söz konusu. Dolayısıyla İran’ın henüz var olan durumdan yarar sağladığını değil, var olan gelişmeler karşısında nasıl bir politika değişikliğine gittiğini tartışmak daha anlamlı.

İran’ın seçtiği yeni yol, Anglo-sakson dünya ile ilişkileri normalleştirmek üzerine inşa edilmiş gibi gözüküyor. ABD ile diyalog kurulması, Birleşik Krallık’ın 2011’de kapattığı Büyükelçiliğini yeniden açması, nükleer çalışmalarda sağlanan işbirliği birer gösterge sayılabilir. Ruhani’nin Türkiye gezisi ile Dünya Kupası’nda İran’ın karşılaşmasını izlerken verdiği fotoğraf da ‘normalleşme’ adına atılan adımlar arasında.

Sadece Rusya ve Şii dünyasına sıkışmış olarak kalmasının bedelini ekonomik olarak ödeyen İran, aynı zamanda bu yeni tercihiyle Almanya’dan da uzaklaşmak durumunda. Her halde tarihte Rusya-İngiltere arasına sıkıştığı için Almanya’ya kapılarını açan ülkelerin başına neler geldiği hatırlandı.

Olasılıklar

İran’ın yeni politikaları, yeni işbirliklerini gerektiriyor. Türkiye ve Irak Kürdistanı başta olmak üzere, ilişkilerini daha barışçı yöntemlerle yürüteceği öngörülebilir. Zira radikal örgütlerle mücadele adına tek başına davrandığında kazandıklarının kendisine yar edilmeyeceğini biliyor.

İran’ın işlevi, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın örgütlere verdiği desteği kesmekle sınırlı. Bundan fazlası ancak ittifaklarla sağlanabilecek. Madem ki Ortadoğu’da hiç bir oyuncu tek başına belirleyici olamıyor, o halde İran-Türkiye işbirliği zeminde şekillenecek yeni ittifaklara ihtiyaç duyulacağı açık. Kim bilir belki İsrail’in de bu ikiliye dahil olması mümkün olabilir.

Söz konusu senaryo işlerse, Türkiye açısından da yeni fırsatlar ortaya çıkabileceği söylenmeli. Biri Sünni diğeri Şii dünyanın, ister aynı ülkelerde ister bölünmüş biçimde yeniden yapılanmalarında işbirliği içinde rol alabilirlerse, savaş senaryolarıyla birlikte barış senaryolarının da geliştirilmesine ihtiyaç olacağı söylenmeli.