Baas rejiminin devrilmesinden sonra Suriye'den çekilmek zorunda kalan İran, ülkedeki Şii toplulukları harekete geçirerek bölgedeki istikrarı bozma girişimlerinde bulunuyor. Tahran'ın bu kışkırtıcı politikaları, devrik rejimin unsurlarını Lazkiye ve Tartus merkezli 17 yerleşim bölgesinde şiddet olaylarına sürükledi. Sahil şeridinde meydana gelen bu olaylar, 30'dan fazla kişinin hayatını kaybetmesine yol açtı. Bu durum, İran'ın bölgede yalnızca nüfuz kaybını telafi etmeye çalışmadığını, aynı zamanda mezhep temelli gerilimleri derinleştirerek kaosu stratejik bir araç olarak kullandığını da gösteriyor.
Peki, İran'ın Suriye'de bu kadar yoğun bir şekilde varlık göstermek istemesinin nedenleri neler?
TARİHSEL MÜTTEFİKLİKTEN STRATEJİK ORTAKLIĞA
İran ile Suriye arasındaki ilişkiler, 1980'lere kadar uzanan bir geçmişe dayanıyor. İran İslam Devrimi sonrası İran, Suriye ile stratejik bir ittifak kurarak Lübnan'daki Hizbullah'a destek sağlamak ve İsrail'e karşı caydırıcılığını artırmak için bu ülkeyi bir köprü olarak kullandı. İç savaşla birlikte ise bu ittifak, varoluşsal bir ilişkiye dönüştü. İran, Esad rejiminin ayakta kalması için milyarlarca dolarlık yardım yaptı, Şii milisleri sahaya sürdü ve doğrudan askeri müdahalede bulundu. Esed yönetimi, İran'ın Lübnan'daki faaliyetlerini desteklemekle kalmadı, aynı zamanda Hizbullah'a sağlanan silah ve mühimmat transferinde hayati bir köprü görevi gördü. 2006 yılında İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan Temmuz Savaşı'nda (33 Gün Savaşı) İran ve Suriye'nin Hizbullah'a sağladığı destek, iki ülke arasındaki ittifakın derinliğini bir kez daha gösterdi. Savaş boyunca İran, Hizbullah'a milyonlarca dolar değerinde füze ve silah sağlarken, Suriye lojistik destek sunmuştu.
MEZHEPSEL DİNAMİKLER Mİ, REALPOLİTİK Mİ?
İran'ın Suriye'deki stratejisi genellikle mezhepçi bir bakış açısıyla değerlendiriliyor. Şii Hilali olarak adlandırılan İran-Irak-Suriye-Lübnan hattı, İran'ın bölgede Şii nüfuzunu genişletme politikasının bir parçası olarak görülüyor. Ancak bu perspektif, İran'ın stratejisinin yalnızca bir boyutunu yansıtıyor. İran'ın Suriye'deki varlığı aynı zamanda tamamen realpolitik bir zemine oturuyor. Örneğin, Suriye'deki askeri üsler ve lojistik koridorlar, İran'ın Doğu Akdeniz'deki jeopolitik etkisini artırmayı hedefliyordu.
Şii milis grupları (örneğin, Iraklı Haşdi Şabi, Afgan Fatimiyyun Tugayı ve Pakistanlı Zeynebiyyun Tugayı) İran tarafından örgütlenerek Suriye'de savaştırıldı. İran, Esed rejiminin mezhepsel kimliğini vurgulayarak Şii ve Nusayri toplulukları arasında dayanışma oluşturdu. Şam ve çevresindeki kutsal mekanların korunmasını, Şii nüfusu mobilize etmek için kullandı. Özellikle Zeynep Türbesi'nin korunması, İran propagandasında önemli bir yer tuttu. İranlı şirketler, Suriye'deki fosfat madenlerini işletme hakkını kazandı ve Tartus limanı gibi stratejik noktalarda kontrol sağlamıştı.
İran'ın lider kadrosu, Suriye'yi "direniş ekseninin kalbi" olarak tanımladı. Eski Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani, Suriye'nin İran için "Batı Asya'da savunma hattı" olduğunu vurgulamıştı. İran dini lideri Ali Hamaney ise Suriye'deki çatışmayı "İslam'ın varlık mücadelesi" olarak nitelendirdi.
İran, "Kutsal mekanlarımız tehdit altında" söylemiyle müdahil olduğu Suriye'de, bu kez eski bir türbenin yakıldığına dair bir video yayımlayarak ülkede yeni bir iç savaş başlatma çabası içinde. Geçtiğimiz hafta İran dini lideri Ali Hamaney, "Suriyeli gençlerin kaybedecek bir şeyi yok. Bu durumun sorumlularına karşı güçlü bir iradeyle durmalılar" diyerek Nusayri gençleri açıkça ayaklanmaya teşvik etmişti. Benzer şekilde, İran destekli "din adamları" da tehditler savurarak kitleleri yeni yönetime karşı savaşmaya çağıran gösteriler düzenliyor.
Bir diğer yandan İran hem Lübnan'da hem de Suriye'de kaybettiği nüfuzunu farklı senaryolar ve provokasyonlarla geri kazanmaya çalışıyor. Ağır yaptırımlar ve ekonomik krizle mücadele eden İran, Suriye'deki kayıplarını mezhepsel tahrik yoluyla telafi etme arayışında.