Normaldir. Aralýk ortalarýndan îtibâren politik gündem hýzýndan kaybeder. “Noelrehâveti” diye adlandýrabileceðimiz bir durumdur bu. Noel (24/25 Aralýk gecesi) yâni Hazret-i Îsâ’nýn Doðum Günü Yortusu bizler için pek bir anlam taþýmadýðýndan bizler buna “yýlbaþý rehâveti” de diyebiliriz. Bir dönüm noktasý olarak psikolojik etkisi inkâr edilemez. “Yýlbaþýndan sonra sigarayý býrakacaðým.” demek nedense insanlara meselâ “27 Aralýk’da býrakacaðým.” demekden daha bir oturaklý gelir.
Öyle ya da böyle, yeni yýla bâzý önemli sorunlarýmýzý devretmekde olduðumuz bir gerçek.
Bunlardan ikisi doðrudan sýnýrdaþýmýz olan iki ülkeyle, Irak ve Sûriye ile ilgili.
Belki tam bilincinde deðiliz ama bu bölge yüzünden ve ilk safhasýnda tabii bu bölgede kanlý bir savaþýn patlak vermesi ihtimâli korkarým ki artýyor. Barzânî önderliðinde kurulan ve her geçen gün biraz daha belirgin biçimde sâhici bir devlet yapýsýna bürünmeðe baþlayan “Kürdistan Özerk Bölgesi” Baðdad’daki merkezî hükûmetin kolay kolay içine sindirebileceði bir oluþum deðil. Bu durum devlet olma “haysiyeti” bakýmýndan böyle olduðu gibi üstelik son derece elle tutulur bir “ekonomik” sebebe de dayanýyor:
Kürd Bölgesi sâhasýnda 45 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküb doðalgaz var!
Bu, tekmil Âzerî ve Türkmen rezervlerinin altý katý!
Kýsacasý burada bu yüzden bir silahlý çatýþma baþ gösterirse bunun bir anda nerelere kadar sýçrayacaðýný düþünmek bile ürkütücü.
Sûriye’deki durum ise gerçi petrol ve doðalgazla böylesine irtibatlý deðil ama etnik “kopma” sonucu buradaki Kürdler de Þam’daki merkezî hükûmet’den ayrýlma planlarý kuruyorlar. Türkiye’deki Kürd bölgeleriyle birleþerek “Büyük Kürdistan”ý kurma hayâli.
Siyâset biliminde bunun adýna “irredantizm” deniliyor, yâni “Tûrancýlýk” kavramýnýn genel tanýmý. Bir kavim mensublarýnýn tek bayrak altýnda toplanmasý ideali.
Bunun ne kadar muhâtaralý bir dâvâ olduðunu özellikle vurgulamak gereksiz.
Bâhusus Ortadoðu ve genel olarak Önasya gibi pek çok kavmin asýrlardan beri iç içe yaþadýðý bir bölgede bütün “soydaþ”larýnýzý “tek bayrak” altýnda toparlamanýn daha lakýrdýsýna baþlarken çevrenizin ne ölçüde tedirgin olacaðýný tasavvur etmek için keskin bir zekâya ihtiyaç yok.
Meselâ bu Irak ve Sûriye örneðinde ilk tedirgin olanlarýn baþýnda Ankara’nýn gelmesi de tabii. Çünki her iki bölgede de önemli bir Türk (Türkmen) nüfûsu yaþýyor. Üstelik Kürd irredantistleri tarafýndan sâhiblenilmek istenen yerlerin bâzý bölümlerinde çoðunluðu teþkîl ediyorlar.
Türkiye bu bakýmdan bu iki devletin toprak bütünlüðünden yana bir politika izliyordu.
1918’e kadar buralarý zâten Osmanlý Ýmparatorluðu içinde, yâni tek devlet çatýsý altýnda yer aldýklarý için Türkler zâviyesinden mesele yokdu.
Irak, Sûriye ve Lübnan’ýn daha sonra Ýngiliz ve Fransýz sömürgeleri hâline gelmeleri de Türkiye açýsýndan “ehven-i þerreyn” yâni iki þerden daha az beter olaný þeklinde deðerlendirildi.
Ama þimdi burada, Türkiye’den de önemli bir toprak parçasýný kendine katan büyük bir Kürd devleti kurma hayâline Ankara’nýn sýcak bakýyor olmasý pek muhtemel deðil.
Öte yandan böyle bir devletin Türkiye olmaksýzýn ve her türlü deniz çýkýþýndan yoksun olarak hayatda kalmasý da pek mümkin görünmüyor.
Muhtemelen en iyi ve herkes için en yararlý çözüm bu bölgenin Türkiye ile bir “federasyon” yâhut en azýndan bir “konfederasyon” hâlinde vücud bulmasý.
Önümüzdeki yýl bu konularý tartýþýyor olursak hayret etmem.
Tabii tamâmen “teorik” mâhiyetde!