IŞİD üzerinden yeni bir ‘11 Eylül’ mü?

Suç’u kim tanımlar? Tanrısal bir bildirim midir bir eylemin suç olduğu konusundaki kabulün ardındaki ilham? Veya suçu toplumsal kabul müdür belirleyen? Geniş kabul dediğimiz, toplumsal bir sözleşmeyi mi işaret eder “suç” bahsi açıldığında? Kanun koyucular mı, bilgeler mi, güngörmüş geçirmiş ihtiyarlar mı, işlenen suçtan zarar görenler mi, suçun yasını tutan mağdur yakınları mıdır hangi fiilin suç olduğuna karar verecek olanlar?

Suç tanımı dendiğinde yukarıda saydığımız tüm belirleyenler, hatta saymadığımız daha pek çok faktör, birlikte ve iç içe hareket ederler. Dinin günah, felsefenin kötü, siyaset ve ekonominin zararlı bulduğu şeyin kesişim alanıdır kanunların “suç” dediği şey, çoğu kez. Hukuk, ortak vicdanın, ortak aklın, ortak tecrübenin kurduğu bir ilkeler manzumesidir adeta.

Suça dair bu tarihi izlek ezberini bozacak önemli çıkışlar da olmadı değil. Medya aracılığıyla örgütlenen zihinsel sürüklenmeye dikkatlerimizi çeken Noam Chomsky söz gelişi ki; “üretilmiş rıza”dan, suç ve tasarım ilişkisinden bahsetti. Neyin suç olup olmadığına karar veriş sürecindeki medya tasarımına işaret ediyordu Chomsky. Suç, artık eski kökenlerinden kopartılıp, günah, kötülük, ayıp veya zararlılık gibi mahiyetlerinden apayrı bir şekilde, medyayı yönetenlerce kurgulanıp servise sunulan bir hadiseye evrilecekti geç modern zamanlarda. IŞİD, lanet olası işlerle sahne alıyor epeydir. Kafalar kesiyor, kadınların alnına satılıktır levhaları asıyor, bu görüntülerin hiçbirisinin insanlıkla ilgisi yok elbette... Apaçık şer olan bu görüntülerin uluslararası medya ve sosyal ağlar aracılığıyla paylaşılmasından en büyük darbeyi ise yine “İslam” algısı alıyor. IŞİD aracılığıyla üretilen şeytanlaştırılmış bir İslam tasarımıyla karşı karşıya olduğumuzu görmek zorundayız.

Bunu 11 Eylül olayları akabinde de yaşamıştık. IŞİD bu haliyle 11 Eylül dejavusu gibi yeniden vuruyor tüm İslam sahillerini. Üstelik İslamofobinin özellikle Avrupalı göçmenler üzerinden yeniden atak yaptığı bir eşikte IŞİD, yeni bir nefret gömleği giydiriyor Müslümanların üzerine...

Neyin suç olup olmadığına dair farklı bir meydan okuyuşu takip edebileceğimiz diğer ses Jaques Verges’ye ait... “Şeytanın avukatı” ismiyle namlı Verges; “suçlu dediğiniz adam suçu hangi şartlar altında işledi” sorusuyla, savunma saldırıyor pratiğini hayata geçirmişti. Özellikle kürtaj, terör, göçmenlik eksenli davalarda geliştirdiği savunmalarla, suç olarak nefret ettiğimiz vakaların hangi koşullarda ortaya çıktığını düşünmeden adaletin kurulamayacağını söylüyordu.

Kafa kesmenin, kadın kaçırmanın savunulacak bir yanı yok elbette. Bu çığrından çıkmış öfkenin hangi berbat koşullarda ürediğini görmezsek, bu IŞİD ilk IŞİD olmayacaktır maalesef. 11 Eylül 2002’den sonra Irak’ta yaşananları, resmi rakamlarla 1 buçuk milyon ölüyü, arefe günü kaçırılarak tecavüze uğradıktan sonra ellerine birer dolar tutuşturularak resimleri medyaya sevk edilen kadınları, Gureyb hapishanesinde silah zoruyla kadın iç çamaşırları giydirilip tecavüze uğrayan erkekleri, 1 milyonun üzerinde anasız babasız kalmış yetimleri, uluslararası seks tacirlerinin eline düşmüş ne ölüsü ne de dirisinden haber olan 4000 kadını... Belki bizler unuttuk... Ama Iraklılar unutmadı... Elbette buradan IŞİD savunması çıkmaz, çıkamaz. Ama savunması çıkamasa da işte kendisi çıkar! Maalesef.

IŞİD konusunda güvenliğe ve hukuka dair önlemler almak, artık lokal bir konu olmaktan çıkmıştır. Tüm bölgenin hatta dünyanın sorunudur. ABD’yi dünyanın jandarması, polisi, yargıcı olarak görme lüksüyse geride kalmıştır. Bu mesele, potansiyel suçlu konumuna itilen İslam toplumlarının meselesi halindedir. ABD’yle kararlı/mutlu birer işbirliği içinde gözüken İran ve Suudi Arabistan da maalesef IŞİD konusunda derin bir hayal kırıklığıdır. Tüm bu kaygılı sorunlar ağırlığı, Türkiye’ye geniş bir sorumluluk ödevi yüklüyor elbette...

Politik muhalefetini veya hükümetle mücadeleyi, “Türkiye’yi dış dünyaya terörist ülke” olarak lanse etmekte hiçbir beis görmeden hareket edenler, ellerini vicdanlarına koysunlar...