Işık dediğin hayatın özü

Gözümün Nuru  genç bir sinemacının görme rahatsızlığını nükteli bir dille anlattığı ve canlandırdığı Altın Koza ödüllü bir film.

Hayatta en çok istediği şey sinema yapmak olan bir gencin görme yetisini kaybetmesi tam bir trajedi... Sinemacı Melik Saraçoğlu, öz yaşam öyküsünden esinlendiği Gözümün Nuru’nu mizahla yoğurarak keyifle seyredilir hale getirmeyi başarıyor. Üçüncü kez yakın dostu ve ortağı Hakkı Saraçoğlu ile bir filme imza atıyor. Hem de tek gözle!

Gözümün Nuru’nda ilk gördüğümüz beyaz bir çarşaf. Fonda Gershwin’in Rhapsody in Blue adlı eseri çalarken beyaz çarşafa uzanmış beyaz pijamalı bir genç adam ‘Sizinle biraz dertleşmek istiyorum’ diyor. Bu genç adam, filmin yapımcı, yönetmen ve senaristi sıfatını taşıyan, anlatıcısı ve kahramanı da olan Melik Saraçoğlu’nun ta kendisi. Film, hakikaten de bize yaşadıklarını anlattığı bir ‘dertleşme’. Ama her şeyi mizah süzgecinden geçiriyor ve ortaya bir belgesel değil bir kurmaca çıkarıyor.

Saraçoğlu filmin prolog bölümünde ta doğumuna dönüp çocukluğunu bize fotoğraflar aracılığıyla kendi sesinden anlatıyor. Hoş bir gönderme yapıyor Chris Marker’a. İlk seçtiği fotoğrafta, doğumdan hemen sonra anne kucağında, her ikisi de beyazlar içinde. Beyaz renk, ışığı yansıtma ve sterilizasyon etkisiyle filmde baskın biçimde kullanılmaya devam ediyor. Çocukluğunun en önemli faktörü olarak iki kere vurguladığı ‘oyun’ ögesinin onun hayatını sinemaya uyarlama biçimine de yansıyor. ‘Dertsiz çocukluğun en büyük derdi’ gözlük takması... Sonradan eklenen dert ise sinema... Filmin geriye kalanı ilk derdin ikinciyi fena halde bastırmasına odaklı. Anlatıcı Melih, kendisini üzerine beyaz çarşaf serilmiş kanepede, gözleri bantlı yüz üstü yatarken gösteren fotoğraf için “28 gündür böyle yatıyorum” diyor... Fotoğraftan görüntüye geçildiğinde kameraya dönüp konuşmaya başlıyor. Saraçoğlu’nu Lyon’da sinema okuduğu okulda görüyoruz. Fransızca derste öğretmenleri, Saraçoğlu ve Kurtuluş’un yaptığı Gözümün Nuru adlı filmden söz ediyor ve jenerik Saraçoğlu’nun bir defterin sayfalarına çizdiği portreler aracılığıyla akıyor. Orada adlı ilk uzun metrajlı kurmaca filmleri ve hayran oldukları Ingmar Bergman’ı konu alan Bergmanya’ya Yolculuk belgesiyle tanıdığımız Saraçoğlu ve Kurtuluş’tan tam da beklediğimiz gibi yaratıcı bir işle karşı karşıya olduğumuzdan kuşkumuz kalmıyor! Nitekim, salt belgesel olsa trajediye dönüşecek salt kurmaca olsa inandırıcı gelemeyebilecek bir öyküden sinema sanatına geniş yelpazede göndermelerle dolu bir film çıkarıyorlar. Ne kadar geniş derseniz, tadını kaçırmadan şu kadarını söyleyeyim: Sinemanın mucitleri Lumiere Kardeşler’den, sanata dair belgeseller yapan Alain Jaubert’inVermeer üzerine bir çalışmasından, ünlü göz kesme sahnesi nedeniyle kaçınılmaz olarak büyük usta Bunuel’in Endülüs Köpeği’nden, Yeşilçam’ın tipik örneklerine Memduh Ün, Nejat Saydam ve Muzaffer Arslan filmlerine kadar açılıyor yelpaze!

Bir komedi izlemişiz gibi sona eriyor

Lisedeyken bir gözünü retina dekolmanı nedeniyle kaybeden Saraçoğlu, Lyon’da Kurtuluş ile birlikte okurken diğer gözünde de dekolman oluşunca kör olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor : ‘Sinemayı icat eden o güzel abilerin adının Lumiere yani ışık oluşu boşuna değilmiş... Işığını kaybedince anlıyor insan. Işık dediğin hem hayatın hem de sinemanın özüymüş’ deyişine can dayanmaz... Hele objektifi ayarlayarak tek gözle nasıl gördüğünü de anlamamız sağlanınca, ameliyata giderken iyice daralan görüş açısını aktarınca içimiz sızlıyor.

Derken filmin başındaki uzun nekahate dönüyoruz. Ailesini, sevgilisini, hatta komşularını tanıyoruz. Ev içi halleri, ilaç nöbetleri, ziyaretler, iyileşti derken dekolmanın nüksetmesi, umutsuzluğa kapılması,kabus görmesi eğlenceli bir süreç gibi akıyor önümüzde. Ama yer yer ne kadar hazin bir deneyim yaşadığını da hissettiriyor bize. Derin bir ironi koyuyor izleyicinin önüne: ‘Depresyona nereden giriyorduk biliyor musunuz? Buradan düz mü devam edecektik?’ diye sormaktan çekinmiyor. Filmin bu kısmı bile isteye biraz uzun tutulmuş ki Saraçoğlu’nun sıkıntısını kavrayabilelim. Öte yandan film yine Gershwin eşliğinde sona ererken bir ‘komedi’ izlemişiz gibi geliyor!

Gözümün Nuru gerçekliğiyle ve oyunbazlığıyla bir mücadelenin ve bir meydan okumanın nükteli dışavurumu olarak Saraçoğlu ve Kurtuluş’un sinema yapma azmini ve başarısını perçinliyor.

FİLMİN KÜNYESİ

Yönetmen ve senarist: Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu

Görüntü: Meryem Yavuz

Oyuncular: Melik Saraçoğlu, Bilgin Saraçoğlu, İsmail Saraçoğlu, Öykü Altuntaş, Ahmet Saraçoğlu, Kedi Nero.