İşimiz bitmedi Haluk hoca!

Mecrasızlıktan yakınıyordu, bana gönderme zahmetinde bulunmadığı cevap hakkı için (konuyla ilgisi bulunmayan Mustafa Karaalioğlu’na yollamış, aklı sıra beni “amirime” şikâyet ediyor) kıyametleri koparıyordu.

 

Şimdi köşesi var.

İstihbar ediyoruz ki, Haluk Şahin bundan böyle, haftada üç gün Yurt gazetesinde yazacak.

Memnun oldum.

Ziyadesiyle memnun oldum.

Demek ki, “Köşem yok, nerede yazacağım, hakkımdaki iddialara nerede cevap vereceğim?” diye ağlayamayacak.

İşine gelen sorulara aslan kesilip, işine gelmeyen sorular karşısında süt dökmüş kediye dönemeyecek.

Konu ne?

Değerini teslim ettiğimiz, bilgisine ve birikimine saygı duyduğumuz Haluk Şahin’e birtakım sorular yöneltmiştim...

Haluk hoca, bu soruların bir kısmına cevap verdi.

Bir de özün kopardı.

Fakat, “andıç” ve “Nazi Almanya’sı” meselesini es geçti.

Madem artık köşesi var ve “fikri takip gazeteciliğinden” hoşlanıyor, sevabına tekrarlayayım:

Haluk Bey...

Mahut “andıç” belgesi, Hürriyet ve Sabah gazetelerimize manşet olmadan önce, yayın danışmanlığını sizin yaptığınız Arena programında yayınlandı.

Bu haberi müteakip, birtakım gazeteciler işinden oldu.

Bazıları “alçak” ilan edildi.

Bir insan hakları derneği yöneticisi kurşunlandı.

Mesleğin duayen ve saygın ismi olarak, başkalarının gazetecilik anlayışını sorguluyorsunuz, “Hiç araştırmadan, hiç sormadan... Böyle gazetecilik olmaz...” diyorsunuz.

Muhataplarınızdan özür bekliyorsunuz...

Beklediğiniz özrü koparıyorsunuz...

Kısacası, kendi işinizi hallediyorsunuz da, tecessüsünüzü ve gazetecilik merakınızı neden yayın danışmanlığını yaptığınız programdan esirgiyorsunuz? Neden uyduruk bir karargâh çıktısına dayanarak meslektaşlarını suç örgütlerine hedef gösteren yayın yönetmeninize “Böyle gazetecilik olmaz?” diye çıkışmıyorsunuz?

Bir köşeye sahip bulunduğunuza göre, şu “Nazi Almanya’sı” meselesini de vuzuha kavuşturursunuz artık.

Buyurmuştunuz ki, “Günümüz Türkiye’si ve medyasının Hitler Almanya’sıyla bir konuda benzerliği var... Nazi rejimi de basını terbiye ve ele geçirme operasyonuna, gazetelerdeki Yahudi ve solcu gazetecileri işten attırarak başladı...”

Naçizane ben de şu soruları sormuştum:

BİR: Basını “ele geçirme” ve “terbiye” operasyonu, sadece modern zamanlara özgü bir araz mıdır? “Takrir-i Sükûn” diye bir şey duydunuz mu? Madem iletişimcisiniz, duyun... Duymadıysanız, duyanlara kulak verin.

İKİ: Bu nasıl “ele geçirme” operasyonudur ki, basının yüzde 70’i bel altı muhalefetine “kaldığı yerden” devam ediyor ve hiç kimsenin burnu kanamıyor, hiç kimse soluğu İstiklal Mahkemeleri’nde almıyor?

Bu nasıl oluyor?

ÜÇ: İşten attırılan gazeteciler konusunda bu kadar hassastınız da, “28 Şubat’ın gazeteci kıyımında” neden ağzınızı açıp tek laf etmediniz? Üstelik bir gazetede köşeniz vardı ama siz hiçbir şey olmamış, onca rezalet yaşanmamış gibi yazmaya devam ettiniz...

Cevap bekliyorum...