‘Ýslâm Medeniyetleri Müzesi'ndeki harikulâdelik

Çamlýca Câmii'ni 'CoronaVirus Salgýný' dolayýsýyla seyahat sýnýrlamalarý, iki seneyi aþkýn zamandýr ziyaret edememiþtim.

Evvelki gün, Almanya'dan gelen 3 arkadaþýmla tekrar gitmek ve görmek imkâný buldum.

Câmiin hem içindeki, hele de çevresindeki düzenlemeleri zevkle seyrettim.. Camiin içinde yüzlerce ziyaretçi o ulu mâbedi hayranlýkla temâþâ ediyorlardý...

Bu, geçmiþle kuru kuruya öðünmek sanýlmamalý... Ki, mezarlarla veya çoklukla öðünmememiz Kur'an'ýn emridir... Ama, 'Kökü mâzide olan âti' olmak þuûr ve dikkatiyle biz kendi dünya görüþümüz, aslî deðerlerimiz ve medeniyet anlayýþýyla kendimize yeniden yönelerek harikalar meydana getirebiliriz ve getirmeliyiz de.. Bu bir güç yarýþý isteði deðil, güçlülerin kendileri dýþýndakileri köleleþtirici tavýrlarýna karþý bir meydan okuma olmalýdýr...

Ama acý bir sahneyi yansýtmak gerekiyor...

Camiin kýble istikametindeki sað ve sol dýþ duvarlarýnda bir kitabe de yer alýyor. Bu kitabenin üst tarafýnda Osmanlýca denilen Türkçeyle yazýlmýþ bir metin vardý, maalesef orada ne yazýldýðýný kimse okuyamýyordu. Halbuki bu metin 'Cumhurbaþkaný Receb Tayyib Erdoðan' tarafýndan yazýlmýþtý ve o Osmanlýca metnin hemen altýnda, lâtin alfabesiyle yazýlmýþ þekli de vardý...

Bir milletin kendi geçmiþiyle kopartýlmasýnýn hazin mukayesesine de imkân bir tablodur, bu.. Çünkü, Cumhurbaþkaný'nýn yazdýðý 2-3 paragraflýk bir yazýyý bile, vatandaþlarý okuyamýyordu. Evet, bunu sosyal hâfýzâmýzýn DNA'sýyla nasýl çýlgýn bir saldýrý ile oynanmasýnýn en düþündürücü ve ýzdýrab verici sahnesi olarak burada belirtelim...

Yahyâ Kemâl'in 'KocaMustâpaþa' þiirindeki hayýflanýþý gibi bir durum...

'Derler: Ýnsanda derin bir yaradýr köksüzlük;

Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.

Sýzlatýr bâzý saatler dayanýlmaz bir acý,

Kökü toprakta kalýp kendi kesilmiþ aðacý..

Rûh arar baþka tesellî her esen rüzgârda.

Ne yazýk! Doðmuyoruz þimdi o topraklarda!'

*

Bu konuya Resul Tosun dostum, 24 Nisan tarihli yazýsýnda kýsaca deðinmiþ ve 'Bu arada, Çamlýca Camii'ndeki Ýslam Medeniyetleri Müzesi'nin mükemmelliðini de hatýrlatmak isterim. Müzede sergilenen tarihî eserlerin yaný sýra, kullanýlan teknolojiye hayran kalmamak mümkün deðil. Oradaki ses, ýþýk ve animasyonlarý yazýyla tarif mümkün deðil, mutlaka görülmesi gerekir. Ýslâm'ýn doðuþ ve yayýlýþý, ayný þekilde Ýslâm devletlerinin tarihleri öylesine güzel bir þekilde animasyon olarak hazýrlanmýþ ki, yorulmanýza gerek yok. Önünde durup seyredin.

Avrupa'daki önemli müzeleri gezdim, New York'taki o merkezi müzeyi de gezdim ama Çamlýca'daki teknolojiyi ne Avrupa'da, ne Amerika'da gördüm.' demiþti.

Bu sözlere eklenecek bir þey yok, aynen tekrar ediyorum.

*

Evet, fevkalâde güzel ýþýk ve ses ve -denildiðine göre- laser teknolojisi düzenlemeleriyle insaný mest eden bir müze... Þairin, 'Merd-i Hüdâ, mest est, bî-þarâb..' (Allah adamý, þarabsýz mest olur..) dediði ve 'Ýþte Tayyib Bey'in iç dünyasýnýn en güzel yansýtan eserlerden birisi...' dedirten cinsten bir güzellik .. Ve, bu Câmiin alt katýndaki bu müze paralý deðil; ve anlaþýlmasý için, en azýndan 2-3 saatinizi ayýrmanýz gerekmektedir.

Çamlýca Câmii, gerçekten mükemmel bir eser.... En baþta, nice eleþtirilere aldýrmayýp bu eseri oraya diken Tayyib Bey olmak üzere, emeði geçen herkese teþekkür...

Ve, 'Helenist' rüyalarýn peþindeki bir dünyanýn entrikalarý..

Geçen haftaki bir yazýmda, Yunanistan'ýn son 200 yýldaki oyunlarýna yenilerini eklemek hevesinde olduðuna deðinilmiþti. Þimdi de, Amerika ve Fransa olmak üzere, nice devletler pusuda bekliyorlar... Çünkü, Yunanistan, bu entrikalarý tek baþýna tezgâhlayacak bir yüreðe de, maddî güce de sahib deðil... Antik Yunan'ý kendi medeniyetlerinin beþiði ve anasý olarak gören Batý kültür ve medeniyet dünyasý, Yunanlýlarý korumasýz býrakmayacaklarýný isbatlamaya daima çalýþmaktadýrlar.

*

200 yýl öncelerdeki ilk 'Yunan Ýsyaný' günlerinde ünlü Ýngiliz þairi Lord Byron'u, o ayaklanmaya katýlmak için Mora Yarýmadasý'na sürükleyen ve orada ölmesiyle noktalanan macera, bunun en çarpýcý örneðidir..

Kezâ, 1897'de, Osmanlý'ya saldýrmak cür'etini kendinde bulan Yunanistan, Gazi Edhem Paþa komutasýndaki Osmanlý Ordusu'nun Atina kapýlarýna dayanmasý karþýsýnda feryada baþlayýnca, Avrupa ayaða kalkmýþ ve 'Yunan'ý yedirmeyiz!' demiþlerdi ve öyle de oldu...

Ayný þekilde, 1922'de Ýzmir'den gemilere binip kaçmalarýyla sonuçlanan ve Yunanlýlarýn 'Küçük Asya Felaketi' dedikleri dönemden sonra da, yýllarca süren iþgal ve zulümlerine ve yenilen taraf olmalarýna raðmen Lozan Andlaþmasý'nda tazminat vermekten de kurtuldular ve sadece Edirne'de Meriç'in öte yakasýndaki küçücük Karaaðaç Ýstasyonu, savaþ tazminatý kabul ettirildi, Ankara'ya...

Ayný þekilde Kýbrýs adasý da, Ankara Hükûmeti'nin, Lozan'da, 'Kýbrýs'ý bir Ýngiliz adasý telakki ederiz..' kaydýyla terkedilmiþti. Ankara Hükûmeti, Ýtalya elindeki 12 Ada hariç, Ege'deki diðer bütün adalar üzerindeki haklarýndan da vazgeçtiðini bildirmiþti. (Prof. Necati Engeç'in bu konudaki bir yazýsýný aynen almak isterdim.) '12 Ada'lar da, 1947- Paris Andlaþmasý'yla Ýtalya'dan alýnýp Yunanlýlara býrakýlmýþtý.

Yani, bugünkü tablo, ilk 27 yýlýn sorumluluðunu taþýyanlar kimler ise, onlarýn eseridir.

Ve, þimdi, ayný oyun daha büyük oynanmak isteniyor. Yunan Savunma Bakaný Türkiye'ye, 'Piþman ederiz...' tehditleri savuruyor... Elbette bu gibi tehditlerden dolayý, elbette aþaðýdan alýnmamalý; ama, uluslararasý entrikalarýn karþýmýza neler çýkaracaðý da unutulmamalýdýr... Çünkü, bu husûmetteki muhatabýmýz, sadece Yunanistan olmayacaktýr.