İslâm’a nasıl muhatap olacağız

Nisyan ile malûl olan insan; yaşadığı, okuduğu, gördüğü şeylerden unuttuklarından arda kalanla eşya ve hâdiseleri değerlendirir. Hatta insan, bu unuttuklarından arda kalandan ibarettir! İşte bu arda kalanla birlikte edeb, idrak, kültür, feraset devreye girer.

Tabiî olarak bizler Kur’an’a ve Hadîs-i Şeriflere, yukarıda bahsettiğim hususiyetiyle yaklaşır ve ona göre değerlendirmesini yaparız. Her ne kadar bir kişi “Ben kaynaktan yapıyorum”, “Benin anlattıklarım Kur’an’dan’dır” dese de bu sözün bir hakikati yoktur. Çünkü, Kur’an’a ve Hadîs’e yaklaşırken şahıstaki şuur seviyesi, unuttuklarından arda kalan kadardır. Yani feraseti, idraki, kültürü ve en mühimi edebi ne kadarsa Kur’an’ı o kadar anlayabilir ve anlatabilir. Bu durumda şu soruyu sormamız veya nefs muhasebesi yapmamız gerekir: Ne okuduk, ne gördük, ne biliyoruz ki unuttuğumuzdan arda kalan ne olsun? Bu “ne olsun”un ardından şu soru gelmeli: “Bizim anlattığımız İslâm gerçek İslâm’dır, nasıl diyebiliriz?”

İşte bugünkü kakofoninin sebebi, “Ne okuduk, ne gördük, ne biliyoruz ki unuttuğumuzdan arda kalan ne olsun?” sorusunu kendimize soramadığımızdandır. Bırakın kulağı, beynimizi; bırakın beynimizi, kalbimizi tırmalayan “Gerçek İslâm şu değil bu”, “Benim anlattığım gerçek İslâm’dır” benzeri lakırdılarla ömür geçiyor. Veyahut “Liberal İslâm”, “Sosyalist İslâm” söylemleriyle İslâm’ı sapkın ideolojilere yamama gayreti. Yâhû, İslâm’da neyi eksik gördünüz de Liberalizm’den, Sosyalizm’den ve diğer ideolojilerden bir şeyler almaya çalışıyorsunuz? Eksiklik, İslâm’da değil de sizin şuur seviyenizde olmasın!..

İnsanlığın “Belhum adal” seviyesinde olduğu bir dönemde Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem teşrif etti ve insanın eşya ve hâdiseye nasıl yaklaşması gerektiğini gösterdi. Hazreti Peygamber’in perde arkasına geçişinin ardından Sahabe-i Güzin’in de ahirete intikâliyle insanlardaki anlayış tekrar bozulmaya başlamış ve devreye, Hazreti Peygamber’in “Âlimler peygamberlerin vârisidir. Benim âlimlerim ise Benî İsrail’in peygamberleri gibidir” buyurduğu âlimler girmiş, insanların anlayışını düzeltmişlerdir; İmam-ı Rabbânî Hazretleri, İmam-ı Gazalî Hazretleri bu âlimlerin başlıcalarındandır.

Son devirde ise Batı karşısında kendi mağlupluğunu İslâm’ın mağlupluğu sanan bir anlayış, gûya İslâm’ı kurtarmak adına Batı’nın sapkın fikirlerini ümmete zerketmiştir. İşte bu demde Üstad Necip Fazıl Kısakürek ortaya çıkmış, Esseyid Abdulhakim Arvasî Hazretleri’nin himmetiyle bu sapkın anlayışları elinin tersiyle itip, köklere bağlı bir muhatap anlayış ortaya koymuştur. Batı tefekkürünü İslâm Tasavvufu karşısında hesaba çeken bu anlayış, sapkın anlayışların tersine Müslümanları Batı karşısında dik durmalarını, aşağılık duygusundan kurtulmaları gerektiğini şiar edinmiştir.

Üstad, İslâm’ın esaslarından damıtıklarıyla kurduğu bu anlayışa Büyük Doğu ismini koydu ve Müslümanlar’ın gündemine vasıta sistemi yerleştirdi. Gerek Üstad, gerekse Üstad’ın fikirlerini sistemleştiren Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu “İslâm budur” demiyor “İslâm’a muhatap bir anlayış böyle olmalıdır” diyorlar. Buradaki inceliği, edebi görebiliyor musunuz? Edep dairesin içinde Müslümanlar’ın kaybettikleri anlayışı ve bu kaybedişin getirdiği dertlere çare arama derdi! Bugün konuşmamız gereken mevzu “Gerçek İslâm şudur, yok budur” yerine, İslâm’a hangi anlayışla nasıl muhatap olacağız olmalıdır. Edepsizliğe düşmeden!..