İslamcı düşünce plazmatik evreyi görebilmeli

Prof. Fethi Ahmet Polat, 2003 yılında Tezkire’ye yazdığı makalesinde “Global Köyün Kutsal Kitabı”nı anlatmış. Maddenin üç halinden ilhamla, küresel algıyı yöneten muktedirlerin, İslam toplumlarındaki sosyal değişimleri nasıl örgütleyip, Kuran’a bakış açısı üzerinde ne derecede etkin olduklarını tartışmış... Bağlayıcılığından uzaklaştırılıp adeta moral değerler atölyesine çevrilerek vicdanlara yollanması murad edilen Dinin, “katı” diyebileceğimiz kısmı, neredeyse ontolojisidir: Allah vardır ve her şeyi O yaratmıştır cümlesi gibi... Dinin sıvılaştırılması arzulanan prensiplerindeyse, ilahiyattan çok magazinin önde olduğu güncel tartışmalar vardır; başörtüsü, içki ve faiz gibi konular bu minvalde sulandırılmaktadır. Buharlaşan prensiplerdeyse “kısas” gibi neredeyse hiç birimizin üzerinde durmadığımız, güncellemediğimiz kısımlar vardır... Makalenin özeti; İslam, tıpkı Hıristiyanlığın tecrübe ettiği Protestanlaşma benzeri, global bir dönüşüm baskısı altındadır... Prof. Polat’ın buna verdiği cevap ise; tarihini inkar etmeyen, her rüzgarda yön değiştirmeyen ve köklerine sahip çıkan muasır bir İslam anlayışıdır...  

***

Düşüncenin dıştan maruz kaldığı etkilerle “katı, sıvı ve gaz” hallerine dönüşüm hikayesinin anlatıldığı bu makale, maddenin “plazma” halini de tartışmalıdır. Üstelik bu son hal, sadece dıştan maruz kalınan basınçlarla da ilgili değil, içeriden neşet eden hızlı hareketliliklere de bakmak gerekiyor. Ki Polat’ın ‘muasır İslam’ vurgusu da bu işarettendir sanırım. Yüksek ısı tazyikiyle dış yüzeydeki elektronların atomdan ayrışmaya başlaması şeklinde kabaca özetleyeceğimiz plazma evresi, günümüz gençliğinin yüksek hareketliliğinin simülasyonu gibidir.

Takribi 1. Dünya savaşından itibaren son yüzyılı, yüksek basınç altında geçiren İslam toplumları, dışarıdan dayatılan değişim, dönüşüm koordinatlı modernizasyonu talim ettiler. Katı, sıvı ve buharlaşmış kısmıyla İslam Dini algısı, muktedirlerin istediği ölçüde tam anlamıyla dönüşemedi. Bunda İslamcı-bağımsızlıkçı-antiemperyal çizginin önemli bir emeği var. Ama çoğu kez üstün körü geçiştirmelerimize maruz kalan “geleneğin” ve adeta halka dair bir tür uyuşukluk olarak şikayet ettiğimiz “gelenekselciliğin” de bu korunmadaki payı yadsınamaz, ki bu ayrı bir yazı konusu...

İslamcı düşüncenin ürettiği itiraz ve isyan deneyimi, öyle bir dönem geldi ki savunmasını evrensel dil olarak dikte edilen alanda icra etmek durumunda kaldı. Yaser Arafat’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı meşhur konuşması, 1969’da Bağımsızlar Hareketi’nin Milli Nizam Partisi’ne dönüşmesi, 90’lar boyunca süren ve bir ucu AİHM’deki türban davalarındaki savunmaların dini inanç hakkından başlayıp kadınların eğitim ve çalışma hakları ve kimlik savunması gibi eklemlerle sürmesi, Srebrenitsa Katliamının Savaş Suçları Mahkemesine taşınması, 2003’te İsrail tanklarınca ezilen Rachel Corrie’nin boynundaki haça rağmen İslamcı gençlikçe kutsanarak şehit kız kardeş ilan edilmesi, son dönemde “Cemaat”in kendisini dini bir kimliktense “camia” olarak takdim etmesi gibi tecrübeler... İlk elden her ne kadar küresel gidişatın biçem verdiği görüntülerse de... İçeriden, plazmatik bir başkalaşımın da manzaralarıdır... İslami Hareket için “öteki”yle ilişkinin zorunlu karşılaşmasıdır plazmatik evre. 

Eklektik veya melez olarak eleştirilen bu manzaralar, varoluşsal zaruretlerin yanı sıra hayatın içinden’liğiyle de düşünülmelidir. İnternet iletişiminin ve sosyal ağların bir türlü zaptü rapt altına alınamayışı örneğinde olduğu gibi, hayatın giderek artan yüksek ısısı, hepimizi de çarpıyor. Genç ve yüksek hızdaki elektronların, ana kütleden entropik kopuşlarını beklemeden, çekirdeğin kendisini güncellemesi gerekiyor.

***

Peki bunu atomu çatlatmadan nasıl başaracağız? İslamcı Harekete nazaran Geleneğin ve Hikmetin “koruyuculuk” konusunda daha fazla imkanı olduğunu düşünüyorum. İslamcı Hareket dışlayıcı dilinden vazgeçip Gelenekle barışmalı, Gelenek de mahmurluğundan silkinip, esrarengizliğinden çıkmalı...