İslamcı düşünce ve ‘vatansız insan’

Başlıktaki ‘’vatansız insan’’ vurgusunu, Taha Özhan’dan ödünç aldım. Son yazısı, ‘’evrensel insan ideali’’nin giderek tüm gerçek ve insani bağıntılarından kopartılarak, müthiş bir yabancılaşmayla’’yeniden inşa’’ edilmesine yönelik önemli bir eleştiriydi.

İçinden geçtiğimiz sürecin kahırlı kederli ve siyaseten zorlayıcı bir geçit olmasının yanısıra, özellikle İslami kesimi özeleştirel bir duruma çağırmasını önemsiyorum. Özeleştirel dedim zira son ses kayıtları ve ifşaatlar üzerinden ‘’ülke’’, ‘’vatan’’, ‘’devlet’’ gibi kavramların mütedeyyin kesim nazarında değişen merkez sosyolojisiyle birlikte yeniden gündeme gelmesi önemli...

Ses kayıtlarının ‘’mahrem’’ olanı berhava ederek yol açtığı haya ve edep kırılması da çok önemli. Ama Suriye meselesiyle ilgili mezkur kayıtların, kişinin özel hayatını da aşıp son olaydaki gibi devleti yönetenlerin Başbakanın, Dış İşleri Bakanının, Genel Kurmay yetkililerinin, Milli İstihbarat görevlilerinin ülke güvenliği hakkındaki konuşmalarının ifşaatı haline gelmesi... Meseleyi ‘’mahremiyetin yıkılması’’ndan, ‘’özel hayatın deşifrasyonu’’ndan daha büyük bir işe dönüştürdü. Eğip bükmeye gerek yok, bunun adı ‘’casusluk’’...

Bunu gerçekleştirenlerin tespiti ve sorgusu profesyoneller tarafından gerçekleştirilecektir elbet. Ama ben bu durumun bazılarımızca gayet ‘’normal’’miş gibi karşılanmasını hayretle seyrediyorum. Hangi politik görüşten olursanız olun, ülkenizin güvenliğini ilgilendiren bir meselenin deşifre edilerek dünyaya servis edilmesine nasıl bigane kalırsınız?

***

Taha Özhan’ın ‘’vatansızlık’’ tespiti bu bağlamda çok önemli. Ben buna ‘’insansızlık’’ da diyorum. Kendisi de dahil, herkese dair ciddi bir ‘’yabancılaşma’’. Kılı kıpırdamadan hiç bir sorumluluk, hiç bir sarsıntı yaşamadan böyle bir şeyi olumlayan psikolojiyi dikkatle tetkik etmek zorundayız. Sadece ülkelerinden, vatanlarından değil, tüm alt aidiyetlerinden de kopartılmış adeta mekanikleşmiş, mutant haline gelmiş bu zihniyet üzerinde cidden düşünmemiz gerekiyor...

Ütopik olanla müteal olanın birbirine karıştığı söylev coşkusundan da artık sıyrılmamız gerek. Zira şu anda uzun yılların mağduriyetleri ve ağır baskılarıyla devletle hep mesafeli olmuş İslami kesimin, AK Parti iktidarıyla gelişen pratikte ‘’devlet’’, ‘’millet’’, ‘’vatan’’, ‘’ülke’’ gibi kavramlar üzerinde yeniden düşündüğü bir zamandayız...

Nasyonalist akımlara ve ırkçılık handikapına her zaman ciddi mesafeyle bakmış, hatta bu konuda enternasyonalist solun yapması gereken devlet ve merkez eleştirisini de sol’un yokluğunda üstlenmiş bir düşünce hareketi olarak İslamcılık, bugün yaşadığımız kriz üzerinden ‘’vatan’’ ve ‘’ülke’’ kavramlarıyla yeniden temas etmek zorundadır...

Artık gençliğimizin ‘’çeviri’’ günleri geride kaldı. Seyyid Kutup, Mevdudi, Şeriati gibi Allah hepsinden razı olsun, üstümüzden silindirlerin geçtiği günlerde hep yoldaki işaretlerimizden oldu... Ama biz bugün hem küresel hem mahalli ölçeklerde bambaşka bir deneyimin içinden geçiyoruz. Evet zor! Ama her zorun ardında bir rahmet vardır. Kenarda, mağdur ve pek tabii muhalif olmanın ötesinde bir gün kendini merkezde veya kurucu güç olarak bulduğunda İslami kesim ne yapacaktır? 

‘’İnşa’’ kavramına dair çekincemi uzun yıllar yazmaya çalıştım, pek çok kere ya feminist etki altında olmakla veya postyapısalcılıkla suçlandı bu tür çekincelerim... Ama bugün geldiğimiz eşikte, ‘’inşa edilmiş’’, inşa edilirken, ailesinden, şehrinden, vatanından, ülkesinden soyutlanarak sadece ülküsüne odaklanmış, ülküsünden başka kimseye sadakati olmayan kesimlerin her ne pahasına olursa olsun, kendilerini imha etmek de buna dahil, ‘’her şeyi’’ göze alabileceklerinin pratiğini yaşıyoruz...

Televizyonlarda prim yapmak isteyen gazetecilerin birbirlerine yönelik volümü yüksek ‘’vatan hainliği’’ düellosunun sığlığına düşmeden kendimizi tetkik etmemiz gerekiyor. Buradan türeyebilecek yeni nasyonalizme karşı da uyanık olmak gerek... Bu yüzden Hukuk Devleti.