Tunus’tan Mýsýr’a, Pakistan’dan Türkiye’ye kadar geniþ bir alanda ‘Siyasal Ýslam’ olarak adlandýrýlan tecrübelerin, akýbetlerinin ne olacaðýna dair öngörüler, en baþta bizim topraklarýmýzda iflas etti. Bir baþka ifadeyle ‘Siyasal Ýslam’in iflasý’ baþlýðý altýnda aktarýlan tezler, bizdeki tecrübeyi ya da geliþmeleri açýklamaya ya da kuþatmaya yetmedi.
Hiç kuþkunuz olmasýn. Türkiye’deki Ýslami tecrübe, halen ve kesintisiz, gerek uluslararasý merkezler tarafýndan, gerekse geniþ bir coðrafyada dikkatle izleniyor. Bu izleme halini, komplo teorilerinden sýyýrmak, izleyenlerin niyetleri dikkate alýndýðýnda kolay deðil. Ancak kendi içimizden dýþarý doðru okuduðumuzda, Türkiye tecrübesinin ciddi ilgi uyandýrdýðý, takip edildiði ve akýbeti üzerinde konuþmaya gelince en fazla dikkat edilen tecrübe olduðunu da söyleyebiliriz.
Ýslami siyasi tecrübenin ana damarý olan Milli Görüþ hareketiyle AK Parti arasýndaki baðýn ne kadar devam edip etmediði üzerine uzun yýllar tartýþýlabilir.
Ancak kiþisel kanaatim, sert bir kopuþ yaþanmýþ gibi görünse de, Tayyip Erdoðan liderliðindeki siyasi hareketin, bu ana akýmdan hala beslendiðini söyleyebiliriz.
Peki neden Türkiye’deki diðer dini yapýlar ve hareketlerin siyasi tecrübemizdeki yerini, rolünü ve etkisini yeterince konuþamýyoruz? Baþka bir soruyla bunu anlamakta neden zorlanýyoruz? Sözgelimi çýkýþ noktasýnda Nakþibendi dergahýyla kuvvetli bir baðý olan Milli Görüþ hareketinin, 1990’lý yýllarýn baþýnda dergahtan yaþadýðý kopuþla, 1994 yerel yönetimler baþarýsý ve 1996-1997 iktidar tecrübesi arasýnda bir bað var mý?
AK Parti tecrübesine birdenbire gelmediðimizi, bunun MNP-MSP-RP ve son olarak da FP’deki hareketin, tezlerin ve elbette yaþanan deðiþimin sonucu olduðunu anlamazsak, bugün ortaya çýkan refleksleri de anlamamýz mümkün olmaz.
AK Parti tecrübesinin, beslendiði ana akýmdan önemli farklýlýklarý var, kabul. Ancak bu farký sadece partinin siyasi geçmiþi üzerinden okumak yanýltýcý olur. 1995 seçimlerinde Merhum Necmettin Erbakan’ýn aday listelerinde sürpriz olarak algýlanan kimi isimler, kuþkusuz tesadüfen orada deðildi. Bir ittifak arayýþýnýn ve farklý kesimlerle yol alabilmenin deneme sürüþleriydi. Ancak 28 Þubat, bu arayýþlarý sert biçimde ayrýþtýrdý.
2000’li yýllarýn baþýnda AK Parti, biraz da ‘Milli Görüþ geleneðinden koptu’ tezlerinin verdiði rahatlýkla, çok daha geniþ kesimlere ve uzun yýllardýr bu siyasi hareketle mesafeli olan yapýlara uzanan ittifaklar kurdu.
Þimdi bu ittifaklardan birisiyle deyim yerindeyse bir savaþ yaþanýyor. Herhangi bir dini yapý, örgüt ya da benzeri arayýþýn, devlete karþý kazanmasý elbette imkansýz. Kimse bunu aklýnýn ucundan bile geçirmiyordur. Kaldý ki, siyasete dair bu kadar iddialý olan bir yapýnýn, bir baþka siyasi partinin içinde deðil, bizzat kendi kuracaðý bir partiyle yola devam etmesi en uygun yoldu.
Birazcýk palazlanan her akýmýn, devlete, en azýndan belli kurumlarýna yönelik ‘ele geçirme’ sevdasýna kapýlmasý, ayný zamanda onlarýn sahip olduðu enerjiyi doðru yönde kullanma yönündeki noksanýmýzý gösteriyor. Olan oldu, testi kýrýldý. Ama Türkiye’deki dini yapýlarýn bu olup biteni gerçekten ve samimi bir özeleþtiriyle deðerlendirmesi gerekiyor. Ýslami tecrübeyi siyaset alanýna sýkýþtýrmanýn faturasý daha þimdiden çok aðýr oldu.