Adilcevaz, nüfusu az ama tarihi çok eskilere dayanan, Bitlis'e baðlý þirin bir ilçedir. Sýrtýný Süphan Daðý'na yaslamýþ kadim þehrin önünde büyüleyici maviliðiyle Van gölü uzanýr boylu boyunca. Birkaç gün geçirdim Adilcevaz'da.
Bu günlerin birinde çarþýya hâkim bir çay bahçesinde oturmuþ geleni geçeni, oturaný kalkaný gözlemliyordum. Konuþtuklarý mevzulara kulak kabartýyordum. Kemalizmin kötü bir makyaj gibi giydirdiði tek tip elbisenin altýnda durdurulamaz varoluþsal çeþitliliðe dair rengârenk bir görsel þölene tanýklýk ediyordum.
Biraz ileride tek baþýna bir amca oturuyor. Dikkatimi çekti, garson ona karþý son derece saygýlý davranýyordu. Bu adam Adilcevaz'ýn yerlisi, yani Türk olmalý dedim. Çýkýk elmacýk kemikleri ben Türkmen'im diye baðýrýyordu. Biraz sonra masasýna birileri oturdu ve Bizim Erciþ þivesine benzeyen tatlý Adilcevaz þivesiyle koyu bir sohbet çevirmeye baþladýlar. Mevzu ceviz aðaçlarýydý. Galiba bu seneki gelir, beklentilerine cevap vermiyormuþ. Baþýmý öte yana çevirdim. O sýrada orta boylu bir adam geldi ve yanýmdaki boþ sandalyeye bir þey demeden oturdu. Bu adam Bekirî'dir diye geçirdim içimden. Yüz ve burun yapýsý çok karakteristikti. Ben bir þey demeden o sordu kimlerden olduðumu. Söyledim. Dedeme, babama kadar herkesi tanýyordu. Siz kimlerdensiniz, diye sordum. Bekirî'yim dedi, falan köyden. Biraz ötede oturan amcayý göstererek bu adamý tanýyor musunuz diye sordum. O Türk'tür, buranýn yerlisidir dedi, çok zengindir, þu daðýn yamacýndaki ceviz bahçeleri onundur. Sonra adam kalktý ve þimdiye kadar içtiðim bütün çaylarýn parasýný ýsrarlarýma raðmen ödedi. Biraz önce yanýmdaki sandalyeye izinsiz oturan bu adam kalkarken bu cömertliðiyle gönlümü almýþtý. Her yörenin kendine özgü bir nezaketi var dedim.
Bunlarý düþünürken biraz ötede bir grup gelip oturdular bir masaya. Ýçlerinden biri yuvarlak ve mavi gözleriyle tipik bir Þeyhbizinî erkeðiydi. Ben Þeyhbizinîleri nerde olsa tanýrým diye geçirdim içimden. Bizim Erciþ'te çokturlar da ondan. Koyun fiyatlarýnýn yüksekliðinden þikâyet ediyorlardý. Bir grup çarþaflý kadýn geçti karþý kaldýrýmdan. Bir sohbetten veya kurstan geliyor gibiydiler. Köþe baþýnda dengbêj Þakiro'nun tabiriyle "qalçik tenik û bi kakil" (kabuðu ince, içi dolgun) Adilcevaz cevizi, cevizli sucuk, ceviz reçeli... satan dükkanýn önünde bir süre beklediler. Bir þeyler pazarlýk ediyorlardý. Almadan gittiler. Ýstanbul'dan bir tanýdýðým gördü beni o sýrada. Adilcevaz'ýn yerlisiydi. Ne arýyorsun burada diye söze girdi gülerek. Oturdu. Hoþ beþten sonra Þeyhbizinî olduðunu düþündüðüm adamý gösterdim ve tanýyýp tanýmadýðýný sordum. Güldü, sizlerdendir, dedi. Yani Kürt. Sonra ekledi. O, koyun tüccarý Þýhpýzýnlý Hacý Ali'dir dedi, Adilcevaz þivesiyle. Biraz önce masama izinsiz oturan, kalkarken benim çay paramý da ödeyen adam, yanýnda bir baþka adamla göründü. Bana doðru geliyorlardý. Baþýnda ithal modernizm kadar yýpranmýþ þapkasýyla bu adam çakmak çakmak parlayan çakýr gözleriyle bir Heyderî'ye benziyordu. Yani bizim aþiretten. Bak sana pýsmamýný getirdim, dedi adam (pýsmam, Kürtçede amca oðlu demektir). Hakikaten yakýn akraba çýktýk. Akrabam ýsrarla yemeðe götürmek istedi. Neyse yeðenim geldi de kurtulabildim.
Yeðenime söyledim, Adilcevaz'da çoðunlukla Kürtçe konuþuluyor. Dayý, dedi, sabah 10'dan 4'e 5'e kadar Kürtçe hâkimdir. Akþam saatlerinde ise Kürtler köylerine çekilince Türkçe hâkim olur, çok doðal, çok sýradan bir þeyi anlatýr gibi. Biz kalkarken beyaz laçýkýnýn üzerine siyah hêratî baðlamýþ, her haliyle Etmanekî aþiretine mensup olduðu belli olan orta yaþlarýn baþýndaki bir kadýn koltuðunun altýna sýkýþtýrdýðý þehir süpürgesiyle karþý kaldýrýmdan seðirtti. Sözünü dinlemeyen, ikide birde yola kaçan çocuðuna Kürtçe sövüp sayýyordu.
Dudak yapýsý ve semitik alnýyla bir adam gözüme iliþti. Arap'týr dedim. Biraz ötede ince uzun, yakýþýklý, iyi giyimli, elinde kehribar tespihiyle tipik bir Zaza selam verdi Arap olduðunu düþündüðüm adama. Yeðenime döndüm, bunlar buralý mý diye sordum. Tanýmýyorum dedi, ama Diyarbekir, Siirt ve Mardin'den çok sayýda yazlýkçý gelir buraya, onlardan olabilirler.
Ýsmail Raci Faruki'nin "Niçin Ýslam?" (Mahya yayýnlarýnda çýkan bu kitabý bendeniz "Çira Îslam?" adýyla ayný yayýn evi için Kürtçeye çevirmiþtim) kitabýnda anlattýðý Ýslam'ýn þehirlerinden birindeymiþim gibi hissettim kendimi.
"Bir antropolog için Rabat, Trablus, Kahire, Þam, Cidde, Baðdat, Tahran, Lahor, Delhi ve Cakarta gibi yerlerde, yol kenarýnda bir kahvede oturmaktan daha iyi bir görsel þölen olamaz. Yanýndan arabalar, develer; peçeli, sarili, etekli, kotlu ya da peþtamallý kadýnlar geçebilir. Açýk tenlileri, koyu tenlileri, Batý Afrikalý siyahileri, Çinlileri, Moðollarý, minyon tipli Malezyalýlarý, iri yapýlý Afganlarý ayný caddede görebilir. Önünden, saçýný ortadan ayýran, türbanlý, Savile Row'dan giyinen veya eteði uçuþan elbiseler giymiþ erkekler geçebilir ve bunlarýn hepsi Müslüman olabilir."
Adilcevaz'ýn Bekirîleri, Heyderîleri, Þeyhbizinîleri, Türkleri, Kürtleri, Araplarý çarþaflýlarý, laçýklýlarý, mantolularý...hepsi Müslümandý. Müslümanlýktaki birlik boðucu da deðildi üstelik.
Ufkumuzu karartan tektipçi Kemalizme raðmen Ýslam'ýn þehirleri hâlâ doðal çeþitliliðin nefes aldýðý, alabildiði mekânlardýr dedim, Adilcevaz'dan ayrýlýrken.