İsmet Özel’in son şiiri

İsmet Özel, “Sesli Gemi” adlı son şiirini yayımladı. Pek çoğumuz Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sini hatırladı, oysa Yahya Kemal aruzun son kralıydı, bizim yetişemediğimiz bir sofra. Batan bir imparatorluğun açtığı büyük ve kederli girdapta savrulan bir elveda gibiydi Sessiz Gemi... Sesli Gemi de belki bir veda, lakin İsmet Özel bir bombardımandan saçılan şarapnallere yazdığı için dizelerini, aruz değil, serbestti, hatta anarşistti vezinleri... Beğenirsiniz beğenmezsiniz o ayrı, İsmet Özel boyun eğmemiş, kimseye teslim olmamış, yapayalnızlığı göze almış, tek başına bir adamdır... “Türk odur ki, namaz kılar” sözüyle bildiğimiz sosyolojiyi alabora etmiştir. Onun binbir kahır, keder, kibir, hırs, pişmanlık, başkaldırı, arzu spiralleri içinden gelip geçerken, inip çıkarken yaşadığı tüm süpernova patlamaların yanaşıp da durulabileceği tek menzilin ancak Kabe duvarları olabileceğini düşünüyorum...  İsmet Özel Müslümandır.

***

Ka’b bin Zuheyr, Mekke’nin önde gelen şairlerindendi. Her yıl yapılan şiir müsabakasında en güzel yedi şiir, Kabe’nin duvarlarındaki yedi askı’ya asılır, yıl boyunca sergilenirdi. Ka’b, en meşhur yedi askı şairlerindendi. Sözün Krallığıydı Mekke’de hüküm süren. Bir sözle savaş açılır, bir sözle barış antlaşması yazılırdı. Uçsuz bucaksız çölün prensleri için söz, altından değerliydi. Onurları için yaşarlardı hayatlarını, onuru kuran sözün gücüydü Mekke’de. Bu yüzden çöle ve sakinlerine inzal olan Kuranı Kerim, ki Allah’ın sözüydü, onu ilk işitenler “biz daha evvel böyle bir şiir daha dinlemedik” diyorlardı... Kur’an, güçlü belagatiyle çölün bağrından fışkıran bir denizi andırıyordu ve hayretle dinliyordu onu işitenler... Sanatlı anlatımı, aliterasyonu, kelime hacmi, sarsıcı buyurganlığı yanı sıra içe işleyen soruları, tefekküre daveti ile daha evvelki işitilen sözlere benzemeyen bir Söz idi Kur’anı Kerim...

Ka’b bin Zuheyr, soyluluğun ve toplumsal popülerliğin verdiği endamla, fakirlerin, kölelerin, güçsüzlerin eşitlendiği yeni daveti onur kırıcı buluyordu. Sağda solda yeni Müslümanları hicveden, keskin zekası ve kıvrak vezinleriyle istihza eden beyitler söylüyordu. Müslümanların onuruna çok düşkün Hz.Peygamber’se(s), Ka’b bin Zuheyr’e içerlemiş ve onun cezalandırılacağını deklare etmişti. “Sen yandın, mahvoldun” diyorlardı Zuheyr’e herkes. Kapılar kapanmıştı yüzüne şairin. Ka’b, ilk kez neye uğradığını şaşırmış bir haldeydi, şimdiye değin beyitleriyle açtığı nice yara, yere devirdiği nice yiğitten sonra, “kardeşim” dediklerinin onuru için kendisine ültimatom yollayan bir Peygamberin huzurundaydı. Onun okuduğu Kur’an adındaki büyük şiirle de başa çıkamayacağını biliyordu. Kimdi bu yeri göğü sallayan Şair? Yoksa Muhammed(s) ümmiydi, şair değildi, peki bu okuduğu görkemli cümleleri kimdi ona söyleten?

Üzerinde nice savaşa katıldığı, kılıç-kalkan şiirler haykırdığı, şaha kalktığı zaman başı arşalaya değecek gibi olan yoldaşı devesi Suat’ın öldüğü gündü. Yoldaşsız, şiiri ölüme mahkum, yapayalnız bir adamdı Ka’b bin Zuheyr o gün... Gitti, ilk kez dizini kırıp boynunu büküp dedi ki: “Ben şimdi öyle bir makamdayım ki, titrerdi bir fil benim gördüklerimi görse, işittiklerimi işitse, Burada beni ancak Allah buyruğuna bağlı Peygamber affı kurtarır” Hayatının şiirini okudu, “Benat Suad” olarak tarihe geçecek beyitlerini. Başını okşadı Resulullah(s) onun, Rahmetellilalemin’di çünkü. Alnından öptü hidayete eren şairin, çıkardı hırkasını giydirdi Ka’b bin Zuheyr’e. Ka’b, nedameti hırkaya sarındırılan şair olarak geçti deftere...

***

Şair, soylu kişidir, isyanında da nedametinde de. İmtihanı zor kişidir. Şakşakçıların da dedikoducuların da esiri olmaz. Hiç öyle olmasaydı Şuara Suresi, onlar için, iner miydi göklerden?

Ben şimdi, son şiire değil... Yoldaş Suat’a üzülüyorum. “Suat’ı alıp götürdüler, gönlüm öyle kırık ki...” Suat’ın öldüğünü ben, Sesli Gemi’yi okurken fark ettim.