Ýsrail ne yapmak istiyor

Bir yýldan fazla oldu, “Arap Baharý Ýsrail’in kýþý olacak” diye yazmýþtým. Bir süre sonra Filistin Baþbakaný Ýsmail Heniye de ayný ifadeyi kullandýðýnda “aklýn yolu bir” diye düþündüm. Zaten bölgede Arap-Ýsrail ihtilafý o kadar güçlü bir duygu ki birinde bahar olunca diðerinde kýþýn gelmesi mukadder. Bugüne kadar Arap tarafý özellikle de mazlum Filistinliler bir kara kýþýn aðýr etkisi altýndaydýlar. Artýk Arap Baharý sonrasýnda hiçbir þey eskisi gibi olmayacaðýndan bahar ve kýþ yer deðiþtirmek durumunda.

Her ne kadar Libya müdahalesiyle birlikte Arap Baharý sürecinin rayýndan çýkarýldýðýný düþünüyor olsam da Tunus ve Mýsýr’da köhne rejimleri yýkan milli devrimlerin Ortadoðu bölgesindeki eski düzenin devamýný imkânsýz hale getirdiði de bir hakikat.

Arap Baharý adýný verdiðimiz hadise Ortadoðu düzeni açýsýndan “jeopolitik deprem” anlamýný taþýyor. Bu depremin oluþturduðu sarsýntýlardan en fazla etkilenecek olanlar bölge üzerindeki hegemonyalarýný sürdürmek isteyen uluslararasý güçler. En baþta da ABD...

Ortadoðu üzerindeki hegemonya nöbetini Ýkinci Dünya Savaþý akabinde Ýngiltere’den devralmýþ olan Amerika, bölgedeki baþlýca müttefiklerinin oluþturduðu bir sacayaðýna dayanarak buradaki düzeni ayakta tutabiliyordu. Ýlk önce Türkiye-Ýran-Suudi Arabistan’dan oluþan bu sacayaðý 1979’da Ýran’ýn ittifak sisteminden ayrýlmasýnýn ardýndan Türkiye-Mýsýr-Suudi Arabistan üçlüsü olarak devam etti. Mýsýr bu sýrada Camp David antlaþmasýyla taraf deðiþtirmiþ bulunuyordu.

Bölgede stratejik derinliðe ve nüfuza sahip belli baþlý ülkelerin oluþturduðu sacayaðý hem Sovyet bloðunun bölgede alan kazanmasýnýn önünde engel teþkil ediyordu hem de Ýsrail’in güvenliðine yönelebilecek tehlikeleri “Sovyet yanlýsý” suçlamasýyla bertaraf etmeye yarýyordu.

Ýsrail bu sýrada komünist yayýlmaya karþý kalkan rolü üstlenmiþ göründüðünden ve Ýsrail karþýtlarý ayný zamanda Sovyet yanlýsý konumunda olduklarýndan Yahudi devletiyle Ýslam dünyasý arasýndaki ihtilaf zaten Yahudi lobilerinin baskýsý altýnda bulunan Washington’da önemsenmiyordu.

Ýsrail’in sadece iþgal ettiði Filistin topraklarýný deðil, bütün olarak Ortadoðu’yu “deðneksiz köy” olarak görmesi de yine bu Atlantikçi sacayaðý sayesinde mümkün oluyordu. Ne var ki Soðuk Savaþ sonrasý süreç eskisinden farklý olmak durumundaydý. 90’lý yýllarý bir taraftan zayýf koalisyon hükümetlerinin bir yandan da post modern askeri müdahalelerin gölgesinde yaþadýðý için Soðuk Savaþ atmosferinden biraz gecikerek çýkmýþ bulunan Türkiye 2000’li yýllarda bölge politikalarýyla daha baðýmsýz bir havada ve kendi çýkarlarýný gözeten bir anlayýþla ilgilenmeye baþladýðýnda her þey deðiþmeye baþladý.

Türkiye bir arabulucu olarak Ýsrail-Filistin ihtilafýný çözmeye giriþtiði sýrada týpký bugünkü gibi Gazze’ye acýmasýz ve kanlý bir harekât düzenleyen Ýsrail’e Baþbakan Erdoðan“one minute” diye meydan okudu. Mavi Marmara olayýndan sonra ise resmi iliþkiler bütünüyle sona erdi. Yarým asýrdan bu yana yaptýklarý hiçbir hatanýn hesabý sorulmamýþ olan Ýsrail elitleri Türkiye’yi kaybetmenin veya karþýlarýna almanýn kendileri için büyük bedeller getireceðini hesaplayamadýlar.

Ardýndan Arap Baharý süreci çerçevesinde “Mýsýr’ýn kaybý” gerçekleþti. Mýsýr Devrimi sadece ülkedeki Mübarek rejimini ortadan kaldýrmakla kalmadý, ayný zamanda bölgedeki Camp David düzenini de yýktý. Dolayýsýyla Telaviv’in eski politikasý “sürdürülemez” durumda bugün itibarýyla.

Öyle anlaþýlýyor ki ABD bile bugünkü þartlarda Ýsrail’in mevcut politikalarýný revize etmesini istiyor. Zaten ABD’deki seçimin hemen sonrasýnda, yani Senato’dan kabinesinin onayýný almasý gereken Obama’nýn Ýsrail karþýtý görüntü vermeyi hiç istemeyeceði bir dönemde Gazze’ye yönelik saldýrýlarýný baþlatmasý boþuna deðil. Saldýrýlarýna bu dönemde onay alarak önümüzdeki günlerin Amerikan politikasýný da bu doðrultuda yönlendirmeyi planlýyor Ýsrail yönetimi.

Ýsrail, bugünün bölge dengelerinin dayattýðý yeni þartlara direnemeyeceðini biliyor. Gazze saldýrýsýný bir pazarlýk masasýna oturabilmenin garantisini oluþturmak için kullanmak istiyor olmalý.