Ýsrail özrünün ‘perde arkasý’

Lamý cimi yok: Ýsrail’in, üç sene sonra da olsa, Mavi Marmara cinayetleri için özür dilemesi, Türkiye adýna büyük diplomatik baþarýdýr. Hükümet, bu meselede baþtan beridir dik durarak ve haklýlýðýný dünyaya anlatarak doðrusunu yapmýþtýr ve tebrik edilmeyi hak etmektedir.

Ancak sadece “yandaþ” kalemlerin deðil, diðer nice konuda hükümeti eleþtiren objektif dýþ politika yorumcularýnýn da teslim ettiði bu baþarýya dudak bükmek için bin dereden bin su getirenler de var.

Örneðin hem CHP hem de MHP sözcüleri, “özrün zamanlamasý pek manidar” deyip duruyorlar. Yani, “Türkiye’nin PKK ile çözüm aramasý üzerine geldi bu özür” demeye getiriyorlar. Söz konusu “çözüm”ü de bir ABD-Ýsrail tezgahý sanýyorlar çünkü zaten.

Hiçbir ciddiyeti olmayan bu yorumlarýn altýnda ise Türkiye’deki yaygýn komplocu zihniyetin klasik dar kafalýlýðý yatýyor: Yaþanan yüzlerce, binlerce karmaþýk olay ve süreç içinden sizce önemli olan bir-iki tanesini seçip aralarýnda “manidar” baðlantýlar vehmediyorsunuz. Bu yüzeysel yakýþtýrmalarý kabul etmeyenleri de “saf” ve hatta “gafil” sayýyorsunuz.

Gerçekte ise Ýsrail özrünün “perde arkasýnda”, komploseverlerimizin bilmediði, anlamadýðý ve zaten de hiç de umursamadýðý bir dizi karmaþýk siyasi realite var.

Netanyahu ve Obama

Bu realitelerin bazýlarý, Ýsrail iç siyaseti ile ilgili. Washington merkezli Ýsrail Enstitüsü’nde görevli Michael J. Koplow’un Foreign Affairs dergisindeki “Ýsrail ve Türkiye Niçin Yeniden Bir Araya Geldi” baþlýklý yazýsýnda dediði gibi:

Ýsrail’de seçim mevsimi sona erdiði için, Netanyahu, Türkiye ile iliþkileri tamir etmenin yaratacaðý milliyetçi eleþtiriden endiþe etmek zorunda deðildi. Eski dýþiþleri bakaný [ve koyu milliyetçi] Avigdor Lieberman’ýn hükümet dýþýnda kalmasý da Ýsrail tarafýndaki en büyük engeli ortadan kaldýrmýþtý.”

Kuþkusuz denklemdeki bir diðer aktör, ABD, daha doðrusu Baþkan Obama idi. Netanyahu’nun özrü, Obama’nýn ikna kabiliyeti sayesinde geldi.

Ama bu Obama faktörü de bizim muhalefetin sandýðý gibi bir þey deðildi.

Evvela, Obama, 2008’de baþkan seçildiðinden beri ilk gezisini yapýyordu Ýsrail’e. Kendisi açýsýndan bir sürü hassas denge içeren bu geziyi, “tamam, Akepe ile Öcalan uzlaþtý, Ankara’ya bir selam çakmanýn zamaný geldi” diye planlayacak hali yoktu herhalde.

Dahasý, Netanyahu’nun Obama tarafýndan ikna edilmesi, Türkiye’nin baþarýsýný ortadan kaldýrmýyordu. Obama, Ankara’yý deðil, Tel Aviv’i ikna etmiþti, pozisyonunu deðiþtirmesi için. Bu da Amerikan Baþkaný’nýn hem Türkiye’nin taleplerini haklý bulduðunun hem de Türkiye’yi ne denli önemsediðinin ifadesiydi.

Bundan sonra nereye?

Peki ama nereye geldik bu özürle beraber? Ýsrail-Türkiye iliþkileri nereye varacak?

90’lý yýllarýn ikinci yarýsýndaki “altýn devre” varacak hali yok. Çünkü o zaman Türkiye’de Ýsrail sempatizaný bir 28 Þubat rejimi vardý. Ýsrail’de ise Filistinlilerle baþlayan barýþ süreci iyi-kötü de olsa sürüyordu.

Bugün ise Ankara ile Tel-Aviv arasýnda ciddi vizyon farklarý var. Bizim hükümet Arap Baharý’ný desteklerken, Netanyahu kabinesi “Ýslamcýlarý iktidara getiren” bu süreçten endiþeli.

Ancak Suriye’deki iç savaþýn kimyasal silahlarý da içerir biçimde týrmanmasý gibi, bölgedeki her ülkeyi tehdit eden, ideolojiden baðýmsýz riskler var ki, iki devletin bu açýdan dirsek temasýnda fayda var.

Bir de Türkiye’nin Hamas’ý barýþ sürecine dahil olmaya ikna etmesi mümkün ki, bu hem Filistin, hem Ýsrail hem de bölge için büyük kazaným olur.

Çünkü sahiden “barýþ”týr hepimize lazým gelen; yurtta, cihanda ve Ortadoðu’da.