Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

İstanbul ‘dünya çapında’ bir ‘ilim merkezi’ne dönüşecek mi?

İstanbul’da uluslararası çapta büyük bir ilmî araştırmalar merkezi oluşturması ümidiyle bir ‘İslam Üniversitesi’ kurulması planlanıyormuş.. Başına da Diyanet İşl. Başkanlığı’ndan ayrılan ve ayrılış sebebi üzerinde yığınla tahminler yürütülen ve politik dedikodular üretilen mümtaz ilim adamı Prof. Mehmed Görmez getirilecekmiş..

***

İstanbul’da kurulması düşünülen uluslararası bir İslam Üniversitesi’nin haberi bile heyecan verici..

İstanbul, Osmanlı öncesi mâlum.. Doğu Roma İmparatorluğu’nun ya da Bizans’ın başkenti.. İstanbul, sadece jeopolitik ve stratejik açıdan çok özel bir mevki olmanın ötesinde, askerî gücün ve maddî zenginliğin de merkez üssü idi. Burada oluşan-gelişen ilmî çabalar ve kurumlar da genellikle güç merkezinin iradesine göre şekilleniyordu.

Bu durum Osmanlı’da da pek değişmedi.. Çünkü Osmanlı da, militarist, askerî gücü öne çıkaran bir anlayış hâkimdi ve bırakalım başka ilimleri, tecrübî ilimlerim asıl potası sayılan askerî sanayi sahasında bile hele de son asırlarda dünyayı okuyamaz hale gelmişti.

Halbuki, 1470’lerde İşkodra’nın muhasarasını anlatan kilise kaynakları, Osmanlı güçlerinin mancınıklarla kaleye fırlattığı yanmaz balonlardan bahsederler ki, sanki modern bir savaşla karşı karşıyasınız. 

***

Ama ünlü Osmanlı tarihçisi merhûm Prof. Halil İnalcık’ın ifadesiyle, daha sonraki asırlarda, Osmanlı askerî sanayii yivli namlulu tüfenklere geçmeyi bile beceremediği için, kaval tipi namlu tüfenklerle çıktığı savaşlarda 20-25 metreye ateş edebilirken, yivli namlulu tüfenk icat edip 100 metre uzaktan ateş edebilen düşman karşısında hezimetlere uğramıştır.

Diğer tecrübî ilimler ise maalesef takip edilememiştir. Nasıl edilsin ki, Osmanlı, 1725-30’lara kadar küfür diyarlarında Daimî Elçilikler açmayı bile gereksiz bulmuş ve dünyadan habersiz kalmıştı.

Tarihin sadece anlı-şanlı taraflarına hamâsî duygularla ya da mehter marşlarına ayarlanmış ayakların yürüyüşleriyle bakılmamalıdır.

***

Dünya tarihinin iki büyük imparatorluğuna başkentlik yapmış olan İstanbul, bugün Müslüman yöneticilerin eliyle, dünyaya hitap eden bir ilim merkezine dönüşürse; bu, bütün insanlık için de bir büyük kazanç olur. Orta Asya’da güçlü devletler yokken bile, Semerqand ve Buhara’da Müslüman bilginler kendi çağdaşlarının gözünü kamaştıran güçlü medreselere sahip idiler. Kezâ, Nizam-ul’Mülk’ün Bağdad’ta kurduğu ünlü Nizamiye medreseleri de öyleydi. Ama İstanbul bu yönden epeyce kısır kalmıştır.

Geri kaldığımız, Sultan’lar tarafından bile itiraf olunmaya başlandığında ise rakiplerimiz buhar gücünü ve termo-dinamik kanunlarını keşfedeli yüzyıl olmuştu. Biz de bu ilimleri öğrenelim dediğimizde bu kez de, miladî- 19. yüzyılın ateist- laik çengellerine takılmıştık. Harbiye’de, yazık ki 1850’lerden itibaren koyu materyalist bir anlayışla  yetiştiriliyordu zâbit talebeleri..

O çağın ateist filozofu August Compte’un ve tilmizlerinin Avrupa’yı kasıp kavuran ateizm rüzgarları İstanbul’u da etkiliyordu.

***

Bizdeki okumuş sınıflar o hengamede hele de Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesi şeklindeki büyük travmanın da etkisiyle, kendi başarısızlıklarını halkın câhilliğine, köylülüğüne hamlettiler. Halbuki hiçbir halkın ekonomik alt birimleri ve köylüleri gerçekleştirmemişti sanayi devrimini..

Öyle ki, kemalist dönemin başından beri bu anlayış zirve yaptı ve halkın inanç dünyasına aydınlanma çağı gibi iddialarla ve amma kapkaranlık duygularla saldırılmasıyla, 100 yılımız boşa gitti.

***

Şimdi bu ülkede yeni bir dünya kurulmaya çalışılıyor ama en az başarılı olunan, hattâ hiç olunamayan alanın eğitim ve kültür alanı olduğu resmen de itiraf olunuyor. 

Ve çağımız da artık materyalist -laik anlayışlar çöpe atılmakta ve yerini jeo-politik’e bile değil, ‘religio-politik’ /din merkezli siyaset anlayışına terk etmektedir.

Böyle bir zaman diliminde, hele de Mehmed Görmez gibi bir beynin yönetiminde kurulacak bir ‘İslam Üniversitesi’nin yola daha baştan avantajlı çıkacağı söylenebilir.