Zor zamanlarda birlik olabilmek, beraber hareket edebilmek, güçlükleri birlikte aşabilmek çok önemli. İnsan ancak böyle zamanlarda bir aile, bir toplum veya bir milletin parçası olduğunun farkına varabilir.
Daha güçlü olabilmek için zor zamanlar aslında bir fırsattır.
Tarihe baktığımızda, milletçe karşılaşılan zorluklarda bütün anlaşmazlıkların ve kavgaların rafa kaldırıldığını, düşmanlıkların unutulduğunu, geçmişe sünger çekildiğini görürüz. Birçok toplum, yeni bir devlet veya daha güçlü bir toplum olmalarını bu zor zamanlarda takındığı bu tavra borçludur bir bakıma.
Geçtiğimiz günlerde de ülkemiz daha önce defaatle yaşadığı zor zamanların benzerini yaşadı. Üç beş kişinin değil, milyonlarca insanın etkilendiği ve İstanbul'u adeta esir alan kar yağışı doğal olarak bütün Türkiye'ye tesir etti. İnsanlar, bu duruma hazırlıksız yakalanılması sebebiyle mağdur oldu, maddi ve manevi kayıplar yaşadı.
Aslında, geleceği günler öncesinden bilinen ve yetkili kuruluşlar tarafından üst üste ikazlar yapılan bu doğa olayı öncesinde gerekli hazırlıkların yapılması, tedbirlerin alınması gerekiyordu.
Şehrin emanet edildiği kişilerin maalesef emanete riayet etmedikleri kar yağışının ilk anlarından itibaren anlaşılmaya başlandı.
Sonrasında ise her şey sarpa sarmaya, kolay işler güçleşmeye başladı.
İşte bu noktada yani zor zamanın başlangıcında yukarıda sözünü ettiğimiz "birlik ve beraberliği" sergilemenin tam yeri ve zamanıydı.
Her türlü anlaşmazlık, her türlü fikir ve görüş ayrılığı bir kenara bırakılmalı, bu zor zamanların üstesinden gelmek için ne yapılması gerekiyorsa bir fazlası yapılmalıydı.
Ancak bu da yapılmadı.
Karşı tarafın eline koz vermemek için herkes ayrı telden çalmaya başladı. Birbirini suçlamalar, hakaretler, açığını kollamalar aldı başını gitti.
Oysaki böyle durumlarda yardım istemek bir acziyet göstergesi olmadığı gibi, yardıma koşmak da düşmanının işini kolaylaştırmak değildir.
Bütün bu yaşananların üzerine bir de yöneticilerin basiretsizliği eklenince ortaya evlere şenlik bir manzara çıktı.
Karın şehir insanını teslim aldığı saatlerde, işinin başında olması gerekenlerin aslında hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı. Karla mücadelede anlık kararların verilmesi gereken saatlerde, şehri koruması gereken kişilerin niçin ve neden yapıldığı bilinmeyen ve şehirle ne alakasının olduğu anlaşılmayan bir görüşmede olduğu ortaya çıktı.
Bu şehre talip olmak bedel ister. Ateşten gömlektir. Biz bunu unuttuk ve gaflete düştük. Yeniden hatırlamak gerekir ancak bu da talep ister...
Diğer taraftan sanki şehirdeymiş ve karla mücadele ekiplerinin başındaymışçasına tweet atan diğer kimsenin aslında şehirde olmadığı, hatta ülkede olmadığı ortaya çıkıverdi.
Milletin yollarda can derdine düştüğü bu saatlerde bir olması, birleşmesi gereken kişilerin beceriksizliğinin üzerine sosyal medyada başlayan trol kavgaları işin tam da tuzu biberi oldu.
Bir tarafta ailesine kavuşmak için canını dişine takan insanlar, diğer tarafta karşı tarafı haksız çıkarmak ve adeta yerin dibine sokmak için klavyesi başında trolluk yapıp birbirine laf atmakla meşgul insanlar...
Birbiriyle ne kadar zıt bir manzara değil mi?
Ancak tepede kopan bütün bu aymazlıklara karşılık tabanda ise büyük bir yardımlaşma ve dayanışma da vardı.
Yolda mahsur kalıp evine gidemeyenleri misafir eden güzel yürekli insanlar da vardı. Yolda kalıp üşüyen insanlara evinde yaptığı çayı ikram eden gönlü zengin insanlar da vardı. Bendeniz de yolda kalmış olduğumdan, geceyi yüreği zengin bir arkadaşımın evinde konaklayarak geçirdim.
Hiç kimseden emir beklemeyip mihmandarı olduğu caminin kapısını yolda kalmışlara açan muhabbet insanları da vardı.
Tepede belki birleşemedik ama tabanda çok güzel hareketler gördük.
Velhasıl kelam fillerin tepiştiği, çimenlerin ezildiği zor zamanları fırsata dönüştüremediğimiz bir garip zaman dilimi yaşadık.
İnşallah yaşananlardan hepimiz ders alırız...