İstanbul, Ramazan ve hatırlattığı vebal..!

Arapların Belde’ tül Tayyibe dedikleri, ümmetin göz bebeği İstanbul. Geçmişten bu güne kadar 170’e yakın isimi olmuş Napolyon’a göre dünyanın başşehri İstanbul’un. 

Tespit edileni kadarıyla 8500 yıla dayanan bir tarihe sahip medeniyetler merkezi Şehri Azam... Her anı şiirlik, destanlık. Yazı, kışı, baharı ayrı güzel ilham merkezi, Der Saadet...

Hz. Peygamberin hadisine mevzu olmuş, komutanından askerine ve konumuna kadar kutlu, mutlu belde. Sultan Fatih’in karanlık Batı çağını kapatıp aydınlık yeniçağı açmasına, fethine mekân olan Sultanul  Barreyn...

Haremeyn dışında mabuda secdenin huşu içinde yapılabilinecek, yeryüzünde benzeri olmayan muhteşem ibadethanelerin süsleyerek namına şan kattığıSüdde-i Saadet...

Bu topraklarda, hoyrat CHP soysuzlaştırmasına direnişin en önemli sembol isimlerinden Üstad Necip Fazıl’ın  “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar”  ifadesiyle tarif etmeye çalıştığı medeniyet merkezi Âsitâne-i Şâh-ı Cihan...

Her şeyi başka, bambaşka olduğu gibi, tabi Ramazan-ı Şerifi de bir başka.

Yedi tepesi üzerinden yükselen, dünyanın en makbul müezzinlerinin seslendirdiği, önce ruhen oruca iftarlık eden Ezanı Muhammedi ile beraber, sadece Rabb emrettiği için kapatılan ağızların benzersiz lezzetlerle açılması İstanbul’dan başka bir yerde çok zor yaşanır.

Kimi camilerinde hatmi şerifle kılınan Teravih namazları, bazı kubbeler altında İstanbul usulü tilavet ve müezzinlikle çok daha farklı bir manevi ziyafet mevsimlerine dönüşür, Ramazanlar...

İstanbul Ramazanlarının son yıllarda biraz daha farklılaştığını ve kendi kadim geçmişine yaraşır bir hal almaya başladığını hissediyorum...

Tarihteki o haşmetli günlerini yaşamaya başladı sanki. Her milletten Müslim, gayri Müslim insanın Ramazan bereketiyle neşelenen İstanbul’u yaşamaya geldiklerine şahit oluyoruz.

Küçük mescitler de de var, fakat büyük camilerde çok daha yakın hissediliyor ki İstanbul ümmetin gözbebeği, sığınağı, umudu ve merkezidir...

Teravih sonrası, mescitte veya dışında kümelenmiş insanların kimi Arapça, kimi Boşnakça, kimi Farsça, kimi doğu lisanlarıyla, gözleri renkli sarışın Avrupa Müslümanlarının “selamün aleyküm, aleyküm selam, elhamdülillah, maşallah” gibi islamca kelimelerle harman olmuş Almanca, İngilizce, Fransızca muhabbetleri, birbirlerinin lisanını çat pat konuşarak anlaşmaya çalışan farklı coğrafya çocuklarının yüzlerinden okunan müşterek heyecanları büyük medeniyetimizin canlanıyor olması adına gurur ve coşku verici işaretler...

Bir yanda tatilini ve Ramazan ayını geçirmek üzere ülkelerinden çoluk çocuk İstanbul’a gelmiş, hoş gelmiş, sefalar getirmiş, siyah beyaz envaı çeşit renk ve kavimden Müslüman aileler.

Bir yanda da, sanki elimden bir tutan olsa da hidayet bahçesine bir çekiverse, bal kavanozunu dışardan yalamayıp içinden tadabilsem diye camilerimize kadar girip merakla etrafına bakışan, bir mana da da imdat talep eden, Euro/Dolar karşılığı cennette mekân pazarlayan kof dinlerin manen aç bıraktığı utangaç Müellefe-i Kulüb...

Bir yanda, ülkelerindeki zulümden kaçarak, benim de dedem bu topraklar için Çanakkale’de şehit düşmüştü, bizim de baba ocağımızdır kabilinden İstanbul’a, büyüklüğüne,  kucağına sığınmış Ortadoğu mazlumları ve yıllardan beri iç savaşlarla, darbelerle, sömürülerek perişan olmuş bitik Afrika ülkelerinden kaçıp gelen ümmetin bembeyaz dişli yetim siyah çocukları.

İstanbul’un bu manzaraları büyüklüğünün alametidir...

Bu büyüklük ve cazibenin farkında olan iç dış şebekeler elde avuçta ne varsa sonuna kadar kullanarak, dışarda tuzak içerde de kalleşlik tezgâhlamaktalar.

İstanbul medeniyeti çocukları içlerine sokulan fitnelere aldanmadan, yekvücut olarak, ferasetle büyüklüğünün gereğini yerine getirmeli ve hiç durmadan yoluna devam etmeli...

İstanbul medeniyeti çocuklarının vebali çook büyük..!