Nisan ayý, erguvan ayýdýr Ýstanbul’da.
Rahmetli annem, çocuklarýnýn doðum günlerini hep çiçek zamanlarýyla hatýrlardý. Ben erguvan zamaný doðmuþum, kýz kardeþim menekþe, erkek kardeþim sümbül zamaný dünyaya gelmiþ. Erguvanlar boy göstermeye baþladýðýnda telefon açar, nazlý bir edayla; ‘’ bir fýrsatýmýz olsa da Paþalimaný’dan Kandille’ye geçsek veya Çamlýca’ya çýksak, erguvan zamaný’’dýr derdi. Yoðun iþ telaþýndan güç bela fýrsat bulur bulmaz onu Boðaz’da erguvan ziyaretine çýkartýrdým. Sanki bir yatýr ziyareti gibi, fatihalarla durur seyrederdik erguvanlarý. Annemin gözünden yaþ gelirdi.
Erguvanlarýn arasýnda, bir gelin gibi beyaz renkli olup, yalý caddelerini süsleyenleri de vardýr, ama biz kendine has kýzýlla mor arasý boy atarak denize bakan, o kýrýlgan pembeyi, anneannemin ifadesiyle ‘’ateþpare’’yi hep daha çok sevdik.
Ýstanbul adetlerindendir; Nisan ayýnca boy atan, kýsa ömürlü, nazenin bu çiçekli aðaçlar, adeta bir ‘’tanrý misafiri’’ olarak sevilir, hatta ‘’erguvan görmeye çýkýlýr’’dý. Annemin vefatýna kadar, her yýl sürdü bu erguvan ziyaretlerimiz... Artýk sürmüyor. Ýçinde savrulduðum modern hayat, bana çiçek ziyareti gibi naif bir zamaný tanýmýyor çünkü. Þu mecburi ev günlerimizde, modern hayatýn bizi kendi zorunluluklar makinasýnda nasýl da ilmek ilmek dokuduðunu, içinden çýkýlmaz bir sarmalda hapsolduðumuzu, rap.. diye durunca farkettim.
Þimdilerde Ýstanbul’un yabancýsý olanlarýn çýkarttýklarý cümbüþlü ‘’erguvan romantizmi’’nin, bu þehre dair hikmetli bekleyiþle, sükunetli melal ile pek de alakasý olmadýðýný düþünüyorum. Çünkü eski neslin büyük özen gösterdiði erguvan ziyaretlerinin arkasýnda; hayatýn kýsalýðýný, sevdiðimiz herkesin ölümlü olduðunu, adeta kutsal kitap gibi dile getiren bu bilge aðacýn, tüm sessizliðiyle büyük dersleri, ibretleri haykýrýþýna kulak verme niyeti yatýyordu. Þehirde her çiçeðin, her aðacýn bir anlamý, iþareti, dili vardý ve bugün hep uðraþtýðýmýz halde bir türlü kuramadýðýmýz ‘’þehirlilik’’ tüm bu dillerin, renklerin, kokularýn ve zevklerin harmonisi ile kuruluyordu. Mimari dediðimiz þey betondan ibaret deðildir. Çiçekler ve aðaçlar, inþa edilen yapýlarý, o þehre ait kýlan en mühim mimari unsurlardandýr...
Ýnsan yavaþlayýnca, daha geniþ düþünmeye baþlýyor. Bu gidiþ nereye? Bu koþu, bu hýz niçin? Bu hiç yatýþmayan hoþnutsuzluk, hiç yatýþmayan tatminsizlik, hiç yatýþmayan rekabet ve hýrs ne zaman bitecek? Bizi bekleyen son nedir? Öldükten sonra ne olacak, bizi nasýl bir yaþam bekliyor... Düþünmeyi hep ertelediðimizi büyük sorular...
Ev günlerinde zaman, Ramazan bereketi ile daha da geniþliyor, çoðalýyor sanki. Hayatýn çok kýsa ve deðerli bir armaðan olduðunu düþünmeye sevk edecek çiçeklerimiz yok belki yanýbaþýmýzda... Ama mahkumu olduðumuz þu pandemi havasý, yaþadýðýmýz her yeni günün bir hediye, bir lütuf olduðunu bir kere daha vurmuyor mu yüzümüze... Annem, ‘’bir Ramazan’a daha kavuþtuðumuz için Allah’a þükür’’ derdi. Ben bunun ne demek olduðunu yeni farkediyorum.
Erguvanlardan daha uzun bir hayatýmýz yok... Bu yüzden her yeni günü bir hediye olarak karþýlamalýyýz diyorum. Kalbime tesir eden þu ayeti paylaþarak selamlýyorum veda eden baharý, veda eden günleri:
‘’ Onlar, kesinlikle Rablerine kavuþacaklarýný, ve O’na döneceklerini düþünen ve bunu kabullenen kimselerdir’’ (Bakara-46)