İstihbarat dünyasından yansımalar

Diziler gerçeği ne kadar yansıtır?

Bu sorunun dizisine göre değişen farklı cevapları var. Hepi topu 100 sayfalık bir romandan dört-beş yıl süren bir TV dizisi çıkartılıyor ülkemizde; ya da on yılları kapsayan dönemler çeşitli kitaplardan yararlanılarak uzatılıyor da uzatılıyor... Yararlanılan esere yüzde yüz sadık kalındığı herhalde iddia edilemez.

Aaron Sorkinadlı Amerikalı televizyoncu dönem dizilerinde çok başarılı. Önce bir başkanın Beyaz Saray duvarları arasında geçen günlerini anlatmıştı ‘West Wing’ dizisinde; şimdilerde medyayla halkın nasıl manipüle edildiğini anlattığı ‘Newsroom’ dizisini yazıyor. Dizi CNBC-e televizyonunda pazar günleri bizde de yayınlanıyor.

Ülkenin en hassas dinlemelerini yapan istihbarat örgütü NSA’nin kıdemli bir çalışanı “Herkesi dinliyorlar, herkesin bilgisayarlarını izliyorlar, sizi de” bilgisini getirdi dizideki TV kanalı sorumlusuna; dinleyenler bandı kanalın patronuna da sunuyormuş... Kanalın bağlı olduğu medya grubunun dedikodu gazetesi o malzemeyle çıkıyormuş...

Haberi getiren kıdemli NSA çalışanının sonu bir derede boğulmak oldu. “İntihar etti” denildi.

İşin ilginç yönü şu: Dün göz attığım bir yabancı gazetede ABD’deki demokrasi-dışı uygulamaları beyaz perdeye taşıyan ödüllü Laura Poitras’ın son belgeselinde, 32 yıl NSA’de çalışmış William Binney adlı birinin yapılan yanlışları fâş ettiğini okumayayım mı? Belli ki, Sorkin, ‘Newsroom’ dizisine o tipi katarken bildiği bir gerçeği kullanıyormuş...

Laura Poitras’ın ABD’de başına gelenler ilginç: “Beni Amerika’da kullandığım telefondan aramayın” diyormuş dostlarına... Günlerinin çoğunu ABD-dışında geçiriyor, belgesellerini Avrupa’da kotarıyormuş... ABD’ye her giriş-çıkışında valizleri iyice arandığı gibi, bir keresinde üzerindeki bütün elektronik cihazlarla bilgisayarına da el koymuşlar... “Eşyalarımı tam 41 gün sonra iade ettiler” diyor...

“Ne var bunda?” diye sormayın. ABD bir ‘hukuk devleti’ olarak biliniyor, değil mi? Her hukuk devletinde olduğu gibi, ABD’de de, yasalar, devleti de bağlıyor. ABD yasalarına göre, bir Amerikan vatandaşının özeline girebilmek için mahkeme (veya yargıç) kararı gerekiyor. Oysa Poitras’ın hakkında her bilgiyi içeren dizüstü bilgisayarına gümrükte görevli polis el koymuş...

Kanuna aykırı bir davranış... New York Times gazetesi bilgisayarlara ve cep telefonlarına izinsiz el koyma uygulamasının yaygın uygulandığına dair geniş bir araştırmaya yer verdi geçen gün...

Sürekli bu konuyu işleyen Amerikalı bir yazar, derdini ancak İngiliz gazetesi Guardian’da anlatabilmiş...

Televizyon dizileriyle başlayıp farklı bir noktaya geldiğimin elbette farkındayım; ama yazıyı en baştan böyle planladığımı bilmenizi isterim. ‘Hukuk devleti’ kavramının global ölçekte değişime uğradığı bir döneme girildiğini başka nasıl anlatabilirdim?

Haklar ve özgürlükler, özellikle teröre muhatap ülkelerde, halkın gözünün yaşına bakılmadan, askıya alınmaya başlandı.

İyiye alâmet değil bu gidiş...

Birileri “Ama terörle mücadele ediyoruz” dediğinde akan sular duruyor, alınan en aşırı tedbirler bile gözardı edilebiliyor.

Daha önce pek yaşanmamış farklı tehlikelere yol açabiliyor bu durum.

MİT’in İsviçre istihbarat örgütü NDB ile bilgi alış-verişi var mıdır acaba? Varsa, verdiği bilgiler şimdilerde başkalarının elinde dolaşıyor...

İstihbarat örgütleri birbiriyle bilgi ve belge alış-verişinde bulunur. NDB İngiliz MI6 ve CIA ile ‘terör’ konusunda işbirliği yapıyormuş... O ona bilgi sunuyormuş, öteki de buna... NDB’nin mahir bir elemanı, James Bond filmlerindeki ‘Q’ gibi biri, ‘terörle mücadele’ başlığı altına giren bütün ortak bilgileri küçük cihazlara yükleyip evine götürmüş...

“Satmış olabilir” diyorlar bazıları... Garip olan, böylesine vahim bir hırsızlığı gerçekleştiren kişinin serbestçe dolaşıyor olması...

Yakında yabancı dizilerden birinde “Aslında hırsızlık yoktu, İsviçre bilgileri birilerine verdi” sahnesiyle karşılaşırsanız, o olayın gerçeği de budur...

Ben gerçeklerden yanayım.