İstihbarat teşkilatı üzerinden mücadele

İstihbarat faaliyetleri her ülkede en merak uyandıran alandır. Sürdürülen bir dizi faaliyetin doğası gereği gizli olması, toplumun öğrenme tutkusunu ateşler. Başka devletlerin işi ise zaten o gizli konuları öğrenmektir. Doğası gereği gizli sürdürülmesi gereken faaliyetleri kendi halkıyla paylaşan devletler, doğal olarak bunları başka devletlerle de paylaşmış olurlar ki, artık gizlilikten söz edilemez.

Gizli ya da örtülü faaliyetler, yine doğası gereği, açık ve gizli bilgilere dayanır ve hata yapmamak için bu bilgilerin sürekli test edilmesini gerektirir. Dolayısıyla bir ülkeye hata yaptırtmak istendiğinde, ilk adım üzerine politika tesis edilecek konu hakkında yanlış bilgi edinmesini sağlamaktır. Irak işgali sonrasında gerek Birleşik Krallık gerekse ABD içinde yanlış istihbarat konusunda epeyce soruşturma yapılmış, istihbarat şefleri yerlerinden olurken Birleşik Krallık başbakanını feda etmek zorunda kalmıştı.

İstihbarat zaafları çatışma ortamlarında savaş kaybettirecek kadar büyük öneme sahiptir. Bu nedenle genel olarak ülkelerde birden fazla istihbarat kuruluşu görev yapar ve kriz durumlarında bilgilerin karşılaştırılması söz konusu olur.

İçeride yeniden yapılanma

Birden fazla istihbarat kuruluşunun aynı işleri yapmaları halinde bazen, hatta sıklıkla, yetki sorunu ile de karşılaşılır. Hatta bazen birbirinden bilgi saklayan, devlet kurumlarını denetleme ve yönlendirme işine soyunan kurumlara dönüştükleri bile olur.

Türkiye’de de yıllarca böyle olmuştur. Hatta bazı dönemlerde istihbarat faaliyeti, tamamen iç işleri haline gelmiş, ülke kişi ve kurumların takibini iş edinen birbirine rakip kuruluşların mücadele arenasına dönmüştü. Günümüzde istihbarat kurumlarının tümüyle eski alışkanlıklarından arındıklarını söylemek güç. Bununla birlikte, bir yeniden yapılanma süreci yaşandığına kuşku bulunmuyor. Bu sürecin eski-yeni mücadelesi yarattığına, ayrıca istihbarat kurumları arasında da yeniden bir düzenleme ihtiyacı ortaya koyduğuna şüphe bulunmuyor.

Söz konusu koşulların siyasi tartışmalara konu olmasını da doğal karşılamak gerekiyor. Zira bugün istihbarat kurumu yani MİT, kendi başına siyaset üreten bir kurum olmaktan arınmış durumda, doğrudan hükümetin dış ve iç politikasının çerçevesine uygun faaliyet sürdüren bir yapıda.

Dışarıda yeniden yapılanma

Hal böyle olduğunda, MİT müsteşarının hükümet politikalarından bağımsız bir siyaset ürettiğini iddia etmek kolay olmaz. MİT ya da MİT Müsteşarına yönelik eleştiriler, olsa olsa hükümetin dış politikasına yönelik eleştiriler olarak değerlendirilebilir. Hükümet, MİT’in dış politikada hata yaptırtacak faaliyetler içinde olduğunu düşünse, kurumun aynı kompozisyonla çalışmasına izin vermez, hemen kadroları değiştirir.

MİT’e yönelik eleştirilerin başında, müsteşarın İran yanlısı olduğu geliyor. Bu, Hakan Fidan’ın İran adına çalıştığını iddia etmektir ve muhtemelen bundan daha ağır bir suçlama olamaz.

Bu konuyu gündeme taşıyan kanallara bakılırsa, esas sorun olası bir İran-Türkiye yakınlaşmasını tehlikeli bulanlar var ve adeta Türkiye’yi ABD’ye şikayet etme çabası söz konusu. Oysa meseleye başka türlü bakmak gerekebilir.

Türkiye, İran’ın uluslararası sisteme dahil olması yolunda, müttefikleriyle uzlaşı içinde çaba gösteriyor. Bu durum sadece İsrail değil bazı Avrupa ülkeleri açısından da Türkiye ile ilişkilerini gözden geçirmelerini gerekli kılacak bir sürece işaret ediyor. Dolayısıyla onların da bazı politikalarını, kim bilir belki de bazı politikacılarını değiştirmeleri gerekecek.

MİT Müsteşarı üzerinden içeride bir güç mücadelesi söz konusu olabilir; ancak esas büyük mücadele sınırların dışında. Bunun MİT üzerinden yapılıyor olması Türkiye’nin bu mücadelenin yönünü değiştirebilecek kapasitede olduğunu gösteriyor.