İt, kopuk...

Başlıktaki ifade, nezaheti kendinden menkul "dünya sanatçımız" Fazıl Say'a ait...

Hazır konu açılmışken, sevgili Nur Vergin hocanın "dünya sanatçımızla" ilgili izlenimlerini (daha doğrusu, bir gözlemini) paylaşmak istiyorum. Ki, hak yerini bulsun. Birazdan canını sıkacağım çünkü.

Hoca, Fazıl Say'ı pek bir beğenir.

Pek de başarılı bulur.

Bir yazıma itiraz etmişti.

Ben de itirazına karşılık düşüncelerimi yazmıştım.

Bir kaç gün önce "Fazıl Say" temalı bir telefon görüşmesi yaptık. İtirazlarını tekrarladıktan sonra şunları söyledi: "Yurtdışında, çeşitli dallarda ürün vermiş pek çok sanatçımızı izledim. Neredeyse büyük bölümü, Türk olarak bilinmekten rahatsızlık duyuyordu. En hoşlandıkları cümle, siz hiç Türk'e benzemiyorsunuz... Fazıl Say'da bu komplekse tanık olmadım. Kimliğinden utananlara inat, gittiği her yerde Türk olduğunu açıklıyordu..."

Nur Vergin söylüyorsa inanırım.

Kimliğini gizleyen ne "değerler" var.

Bazılarını siz de tanıyorsunuz.

Nitekim, son zamanlarda Orhan Pamuk'la amansız bir "tanınırlık yarışına" girmiş "uluslararası" bir yazarımız (aynı zamanda müzisyen, aynı zamanda yorumcu, aynı zamanda sinemacı, aynı zamanda gazetecidir), yurtdışında yayımlanan müzik albümlerinin kapağına, soy ismindeki "L" harfini çift yazdırarak, kendisine İtalyan süsü vermeye yahut verdirmeye başladı.

İsmi lazım değil...

Hani CHP'ye genel başkan olmak istiyordu.

Daha doğrusu, "keşfedilmeyi" bekliyordu.

Keşfedilmeyince de, "kadir kıymet bilmiyorlar" diye huysuzlanıyordu...

Bişkek'te heykeli var.

İyi saz çalar.

İçinde "karşı devrim" ve "cumhuriyetin kazanımları" laflarının geçtiği tuhaf yazılar yazar.

Belediye reisi olacaktı da, olamadı hani.

Kendisini eleştiren köşe yazarlarına hakaret mailleri yollar.

Efendi takılır ama çıkarına çomak sokulunca da "Sen de yap, sen de sat it oğlu it" şeklinde nezih komplimanlar yapar.

Bu kadar "ipucu" yeter... Fazıl Say konusuna dönelim.

Dün sabah bir haber düştü ajanslara.

Başı zaten yargıyla belada olan ve "Çok üzerime geliyorlar, Türkiye'yi terk etmek istiyorum" diyen kıymetli Fazıl Say'ımız hakkında yeni bir soruşturma açılmış.

Gazeteden okuyalım: "Twitter hesabından yazdığı mesajlar sebebiyle hakkında dini değerleri alenen aşağıladığı gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca dava açılan ve İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılaması devam eden Fazıl Say bu kez de Üsküdar Savcılığı'nca soruşturuluyor. Say'ın 13 Kasım günü bir televizyonun canlı yayınına çıkarak kendisinden şikâyetçi olan 3 kişi için, 'İt kopuk', yargılamasını yapan mahkeme için ise 'Saçma sapan mahkeme' ifadesini kullandığı öğrenildi."

Daha önce de defaatle yazmıştım.

Kimse Fazıl Say'a "kötü sanatçı" demiyor.

İyi bir sanatçıdır.

İyinin de fevkindedir.

İlaveten Kemalist'tir. Ağır bir Kemalist'tir üstelik...

Fakat, mesele Fazıl Say'ın sanatı ve "Kemalizm'e bağlılık biçimi" değil.

Üslubunda bir problem var bu arkadaşımızın ve "ötekini aşağılamayı", kendisine benzemeyeni "çirkin sözcüklerle" tahkir etmeyi neredeyse "doğal hak" sayıyor.

Herhalde bir "imtiyazı" kullanıyor.

Üstün, seçkin ve başarılı olduğu, kimliğini açıkça sergilediği, sergileyebilme cesareti gösterdiği için buna hak kazandığını düşünüyor.

Küfretmek bir imtiyaz olabilir mi oysa?

Ne yani, sırf Atatürkçüdür diye, Fazıl Say'ın bütün "saydırmalarını" sineye mi çekeceğiz?

Kusura bakmasın. Gitsin biraz yatsın. Bedelsiz bir şey olmuyor.