İtiraflar olabilir, ama, samimî ‘tevbe'ler de var mı?

Okuyucularla Hasbihal..

Pazar günlerini 'okuyucu görüş ve eleştirileri'ne ayırdığımız bu sütunda bir Hasbihal'e daha; okuyucuları, hayırlı çalışmalar dileğiyle selamlayarak başlıyoruz.

*Trabzon'dan Muhyiddin Erkanlı isimli okuyucu diyor ki: Sizin Suriye konusunda, İran yönetiminin yanlışlarını, çoğumuzun değerlendirmelerinde görüldüğü üzere beddualara, lanetler okumalara tevessül etmeden yazmanız ilgimi çekti.

Ayrıca, bizdeki medya devamlı olarak Suriye'deki Baas Partisi ve (Baba- Oğul) Hâfız /Beşşar Esed Hanedanı'nın 61 yıllık diktatörlüğünden söz ederken, sizin o diktatörlük döneminden ısrarla 54 yıl olarak söz etmeniz de dikkatimi çekti.. Hangisi doğru?

--Bu okuyucu kardeşimizin değindiği iki konudan önce sonuncusuna açıklık getirmeye çalışalım:

Doğrudur ki, Suriye'de, ilk Baasçı darbe 1963'de gerçekleşmişti, yani 61 yıllık idi. Ama, Baasçı kadrolar arasındaki rekabet , bölünme ve iktidar kavgalarından dolayı henüz neredeyse, her 6 ayda, ya da sene bir, bir askerî darbe meydana gelir olmuştu. Hattâ, o kadar ki, bazı darbeci Baasçılar, kendilerinin de yeni bir darbeyle karşılaşabilecekleri ihtimaliyle, bazı büyükelçiliklerin ikametgâhlarına yakın yerlerde otururlar ve darbe durumuyla karşılaştıklarında, hemen, o büyükelçilerin evlerinin bahçesine atlarlardı. Böyle 1-2 darbeci, 1965-66'larda, Şam'daki Türkiye Büyükelçiliği'nin bahçesine atlayıp, o mekânların diplomatik dokunulmaz bölge statüsündan faydalanıyorlardı.. Bu komik durum, Baas Partisi'nin onca yaldızlı laflarına, Arab Birliği ideallerine ve sosyalizm güzellemelerine rağmen, halk tabanı olmayışından da kaynaklanıyordu.

Ama, Baas rejiminin ve ideolojisinin, yönetim ve ideolojik yönlendirme ve dayatmaları en güçlü şekilde, Suriye Hava Kuvvetleri komutanlarından olan General Hâfız Esed'in 1970 yılında yaptığı darbe ile başlamıştı. Çünkü, Hâfız Esed'den önceki Baasçı'ların sahib olamadıkları halk tabanı, onun Nusayrî taifesinden olması hasebiyle Hâfız Esed için, hazırdı, özellikle Lazkiye ve çevresinde Suriye halkının yüzde 15 kadarına tekabül eden Nusayrî, Dürzî ve Aleviyyûn yaşamaktaydı.. Bu taifeler arasında ufak-tefek farklılık var idiyse de, onlar İslam dışı inançlara bağlı idiler ve bizdeki 'taife-i laicus'un Suriye versiyonunu oluşturuyorlardı. Onlar da Müslüman halk'a, zorla tahakküm ediyorlardı ve Müslüman halkı eziyorlardı.. (Yanlış anlaşılmasın, Suriye'de Aleviyyûn denilen kesimler, bizde 'alevî' denilen kesimlerden çok farklıdırlar.. Çünkü, Suriye'deki Aleviyyûn taifesi, Müslümanların tarihinde daha sonra ortaya çıkan bazı ihtilaflarda Hz. Ali ve onun neslinden gelen 12 İmam'a tarafdarlık ve bağlılık mânâsında değildir; onlar Hz. Ali'ye 'ulûhiyet / ilâhlık nisbet ederler ve bu yüzden, hem sünnîlik ve hem de şiîlikte, İslam dışı olarak nitelenmişlerdir..)

Konuya bu kadar değindikten sonra, okuyucumuzun sorusunun ilk kısmına daha geniş bakabiliriz.

Burada, geçen hafta hem de İnkılab Muhafızları Ordusu'nun internet sitesinde yayınlanan uzuuun bir makalede 'Suriye halkının inanç yapısı' anlatılıyordu..

Orada verilen bilgiler, İran halkına bu kadar açık şekilde aktarılmamıştı. Çünkü, Suriye'deki Esed Hanedanı ile işbirliğinin zarar görmemesi isteniyordu herhalde..

Sözkonusu uzuun makalede verilen bilgiler yarı-ressmî bir yayında ilk olarak böylesine etraflıca anlatılıyordu.. Bu uzuun makaleye göre, Suriye'de halkın yüzde 74'ünün Sünnî, yüzde 1-2'sinin Şiî/ Caferî; yüzde 10 kadarının muhtelif Hristiyan grupları ve yüzde 15 kadarının da 'Nusayrî, Dürzi ve Aleviyyun' oldukları belirtiliyor ve bu yüzde 15'lik kesimin Hz. Ali'ye 'ulûhiyet' nisbet ettiklerinden bahisle 'İslam dışı' oldukları anlatılıyordu.

Bu yazı üzerine bazı yorumlar hayretlerini yazıyorlar, Esed Hanedanı'nın Nusayrî olarak, 'İslam dışı' olduğuna ilk kez işaret edildiğine teessüflü ifadeler ekleniyordu.. Evet, Suriye gerçeği, İran halkına aktarılmamıştı..

Bunun halktan niçin gizlendiği ise, genelde şu gerekçeye dayanıyordu: Saddam Huseyn liderliğindeki Irak Baas rejimi, İran'da Şah rejiminin devrilmesinden sonra, ordunun dağılması ve diğer bütün eski rejim kurumlarının çökmesini fırsat bilerek 1980 Eylûlü'nde İran'a saldırınca, Hâfız Esed liderliğindeki Hâfız Esed Suriyesi dışındaki hemen hemen bütün Arab rejimleri Saddam'ın yanındaydılar. Hâfız Esed Suriyesi ise, Saddam Irakı'yla, (bütün arab dünyasının birliği idealini esas alan) Baas Partisi liderliği konusundaki ihtilaflarından dolayı, ideolojik açıdan Saddam'la rekabet ve husûmet halinde olduğundan, İran'ın yanında yer almıştı..

İran rejimi, o savaş yıllarında ve sonrasında 'Saddam Irakı'ndaki Baas rejimini, inanç temeli açısından 'kâfir' olarak nitelerken; Suriye rejiminin de Baasçı ve Nusayrîlerin inanç açısından 'İslam dışı' olduklarını da elbette biliyorlardı.. ama, bunu dile getirmiyorlardı

Bu durum, İnkılab'ın ilk has ekibinin hayattan çekilmesinden sonra, mezhebî eğilimlere ağırlık verildiği gibi bir tabloyu ortaya çıkarınca, İran'da Süleymanî ve diğer bazı önemli resmî makamlardaki isimleri, 'İran'ın tarihte ilk olarak Doğu Akdeniz'e uzandığını, Ortadoğu'da, başkenti kontrol ettikleri' gibi gururlu ifadelerde bulunmaya yöneltiyordu..

*Belçika- Brüksel'den Naim Aslıer isimli okuyucu, 'Geçenlerde yazdığınız bir yazıda, 'İran'ın asıl kaybının Suriye değil, Müslüman dünyasında kaybettiği itibar olduğu' şeklindeki ifadeleriniz var ya, İranlıların bu sözün mânasını anlamasını dilerim..

*Murat Aydoğdu isimli okuyucu 'İran umutsuz vak'a. Öyle ki, muhalifleri bile, sadece rejimden değil bizatihî İslam'dan uzaklaşıyorlar.' diyor..

*İlyas Yıldırım isimli okuyucu da, 'Müslümanlara savaş açmış bir güruhun itibarını kurtarmak için ilk yapması gerektiği şey, Allah'a karşı itibar kurtarma peşine düşmesi.. Öbür türlüsü, müslümanları kandırma çabası olur.' diyor..

*M. Mertırmaklı isimli okuyucu da, 'Uzun lafın kısası, İran yönetiminin siyasetiyle, takke düştü kel göründü.' diyor.. Yanıtla (0) (0)

*Hacı Hüseyin ALTIN isimli okuyucu da, İran muhibbi olan kardeşlerin, İran'ın Suriye'deki yanlışlarını anlamaları için ancak bu kadar net ve açık yazılabilirdi.

· *Rıdvan Kaya bey de, 'Keşke, ama mümkün mü? Maalesef!' diyor..

· *Zâkir Yılmaz isimli okuyucu da, 'İran halkını bütünüyle uçlamıyorum, ama, rejimin yönetim kadroları samimî bir tevbe etmedikçe kendilerini nasıl kurtarabilirler?' diyor..